11 Aralık 1975 tarihi bizim gibi birçok kişi için Türkçülük fikrinin önde gelen savunucularından tarihçi, dilci ve edebiyatçı Nihâl Atsız’ın vefat ettiği gün olarak hafızalara yer etmiştir.
Öyle bir insan düşünün ki ülküsünü her şeyin merkezine alarak ömrünü tamamlasın. Üstelik 70 yıllık hayatında siyasî iktidarların baskısına, haksızlıklarına karşı fikrinden en ufak taviz vermeden mücadelesini sürdürsün. Tek derdi güçlü ve büyük bir Türkiye Cumhuriyeti, millî ve manevî değerlere bağlı bir Türk milleti, birleşmiş ve bütünleşmiş bir Türk Dünyası, yaratmak olsun. Bu uğurda yazılmış onlarca kitap, yüzlerce makale ve kendisinden sonrakilere örnek alınacak bir dava adamlığı bıraksın.
Öyle bir insan düşünün ki modern Türk tarihçiliğinin henüz oluşma evresinde kendi tarih felsefesini ve metodolojisini sistematize edecek donanıma sahip olsun. 1932 yılında üniversitede henüz daha asistanken Resmî Tarih Tezi’nin ilmî olmayan yönlerini açıkça eleştirdiği için dönemin Millî Eğitim Bakanı tarafından asistanlıktan atılsın, sürülerek lise öğretmenliğini yapılsın, en sonunda da öğretmenlikte dahi bırakılmayarak mesleği Süleymaniye Kütüphanesi’nde memurluğa çevrilsin. Uğradığı haksızlıklara rağmen tarih alanında yetkin eserler vermeye devam etsin. Bugün isimleri birer efsane olarak anılan tarihçilerin bir kısmının öğrencisi ve dostu bir kısmının hocası olsun. 1942 yılında, Sultan II. Abdülhamid algısının resmî tarih anlayışında olumsuz olduğu bir dönemde onu korkusuzca savunsun. Necip Fazıl’ın Ulu Hakan’ı 1965 yılında yayınlamasından yıllar önce Türkçü kimliğiyle Gök Sultan makalesiyle Türkiye’de II. Abdülhamid imajının olumluya evrilmesinde başat rolü oynasın. Kendisinden sonraki tarihçilere ekol denilebilecek tarih anlayışını bıraksın.
Öyle bir insan düşünün ki dil ve edebiyat konusundaki yetkinliği bugün bile otoritelerce kabul görsün. Türkçenin hemen her dönemini, lehçelerini bilsin. Türkiye’de çok az insanın varlığından haberdar olduğu yıllarda Göktürk alfabesini kullanabilsin. 1 Kasım 1928’teki Harf İnkılabı’ndan aylar önce bir dergide henüz kullanıma sokulmamışken Latin harfleriyle şiir yazsın. Bir gecede cahil bırakılma söylemine daha o günden cevabı versin. Kaleme aldığı edebî eserleri bugün dahi onlarca baskı yapıp on binlerce satsın. Romanlarında işlediği değerler sistemi onları okuyanların millî şuur kazanmasında büyük rol oynasın. Gençlik onun romanlarındaki kahramanlarla kendisini özdeştirip kahramanlığı, erdemliliği ve ahlâklı duruşu öğrensin. Şiirlerinde romantizmle birlikte aşkın yüceliğini ve kadına verilen değeri görsün. Kendisinden sonraki nesillere etkisini ve heyecanını hiç kaybetmeyen edebî ürünlerle vatan, millet ve devlet kutsiyeti uğruna çalışma, mücadele etme ve gerektiğinde de fedakârlıkta bulunma ruhunu aşılasın.
İşte, bizler için 11 Aralık tarihinin anlamı, bedenen 44. yıl önce göçmüş ancak bugün de yarın da aramızda olup davasıyla ve fikirleriyle, yazdıklarıyla ve mücadelesiyle kitleleri peşinden sürükleyecek Nihâl Atsız’ı bir kez daha saygıyla ve gururla andığımız gün olmasıdır. Ruhu şad olsun!
“Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır!”