Yavuz Selim Stadı’yla ilgili tartışmalar sürüyor. Yeniden yerine yapılsın mı yapılmasın mı? Millet bahçesi olarak planlanan yere ne yapılacak? Toplum bilmiyor, kamuoyu bilgilendirilmiyor. Çünkü Türkiye’nin, Trabzon’un kaderi bu. Boztepe’yi delik deşik ettiklerinde kamuoyu yapılan rezaletten haberdar oldu.
Neyse...
Bu meseleyle ilgili -belki bir defaya mahsus- biz de birkaç söz edelim istedik.
Birincisi Hüseyin Avni Aker’in ve beraberinde Yavuz Selim’in yıkılması doğru değildi. Akyazı’nın yapılması ise hiç doğru değildi. Bunu futbolun kültür, gelenek, tarih ve sosyal boyutunu yaşayan birisi olarak ifade ediyoruz.
Türkiye’de bugünkü endüstriyel futbola karşı köklü bir futbol geleneği vardı. Bu geleneğin bir parçası da kentin içindeki statlardı. Maalesef mevcut siyasî iklim bu geleneği yıkmak için elinden geleni yaptı ve başardı da.
Önceden beri “futbolun hayatla buluştuğu” kentlerde taraftarlar mahallelerden merkez noktalarda birleşerek, yürüyerek stada şarkılar, besteler eşliğinde yürüyordu. Şehirler, o takımın renklerine bürünüyor ve kent adeta bir cümbüş yaşıyordu. Maç çıkışları da aynı şekildeydi.
Statlar yıkılırken Akyazı’nın rüyasına kapılanlar sesini çıkarmazken şimdi Yavuz Selim için ortalığı ayağa kaldırıyor.
Peki, şimdi ne oldu? İstanbul’da, Trabzon’da, Bursa’da, Samsun’da yapılan ne?
Artık özel aracı olan stada aracıyla ve trafikte saatlerce zaman kaybederek gidip geliyor. Şehir trafiği maç nedeniyle kilitleniyor. Daha önceden araçla maça gitme kültürü yoktu ve trafik bu nedenle bu denli etkilenmiyordu. Aracı olmayanlar ise toplu taşımalarda yine saatlerini geçiriyor. Akçaabat’a gitmek için belediye otobüsüne bindiğimde, yalnızca Akyazı’yı 40 dakikada geçebildik! İşte birilerinin muazzam başarısı!
Durum inanın Bursa’da da diğer şehirlerde de aynı. Çünkü kafa, aynı kafa. Bursa’da da stat şehirler arası bir yolun kenarına koyuldu ve normal günde bile sıkışık trafik, maç günleri kilit hâline geliyor. İnsanlar metroya “konserveye sıkıştırılmış gibi” paket hâlinde biniyor.
Bunlar işin bir boyutu. Gel gelelim bugüne...
Statlar yıkıldı, yerine yeşil alan yapılacağı iddia edildi. Gerçi birileri oraya sessiz sedasız ikiz kule alışveriş merkezi diktirmek istiyordu ki çok şükür onlar ikiz kule diktiremeden kader onların siyasî hesaplarına incir ağacı dikti!
Bugün Trabzon merkezinin yaşam alanına ihtiyacı var mı, var. Bugün çocukların, gençlerin, orta yaşlıların, yaşlıların kentin içinde nefes almaya ihtiyacı var mı, var. Sahili, doğası, yeşili, Boztepe’si, Ganita’sı, Uzunkum’u yok edilen bir şehrin ciğerlerine temiz hava çekmeye ihtiyacı var mı, var.
O hâlde bırakınız orası yaşam alanı olsun. Şehrin içinde bir akciğer oluşturulsun.
Biz ise Yavuz Selim’i değil, Yavuz Selimleri isteyelim. Her mahalleye, her semte, her bulvara gençlerimiz için spor sahaları talep edelim.
Bu ısrardan vazgeçelim.
Saygılarımla...
Mantık bunun neresinde?
Önceki gün Yerel Yönetimlerde Seçilmiş ve Atanmış Kamu Görevlilerinin Etik Farkındalığının Artırılması İçin Teknik Destek Projesi’nin ikinci toplantısı Trabzon’da düzenlendi. Toplantıya Eski Meclis Başkanı ve Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanı Köksal Toptan katıldı.
Toptan, toplantıda rüşvetle ilgili “Rüşveti veren olmazsa alan da olmaz.” dedi.
Bu açıklama rüşveti alanı meşrulaştırır, masumlaştırırken suçu da rüşveti alana değil verene yüklüyor. İyi, biz de şöyle desek olur mu: “Rüşveti alan olmazsa veren de olmaz.”
Tabii ki olmaz! Belli ki Sayın Toptan abesle iştigal bir açıklamada bulunmuş. Zaten o da bunun farkında ki bu cümleden hemen önce “Deyim kaba ama kusura bakmayın.” deyivermiş.
Deyim kaba ve kusura da bakıyoruz.
Mantık ise bu cümlenin hiçbir yerinde yok