Bir akşam ansızın geldi.
Geldiğinde henüz 1 yaşında bile değildi.
Büyük panik yaşadık.
Girdi ve çıktı oturduğumuz ortamdan... Gelişini etkileyen iki önemli özelliği vardı köyümüzün.
Birincisi köyde köpek yoktu.
İkincisi de tavuk yoktu.
Köpek olsa idi gelişine köpek izin vermezdi.
Tavuk olsa köylüler...
Ertesi gün yine geldi.
Sonra akşamları bir tabağa tavuk koyup besledik tilkiyi.
Kuyruğunun ucu hariç simsiyahtı.
Kuyruğunun ucu ise beyazdı.
Bir isim verelim dedik...
Çocuklar “akkuyruk” dediler.
Yavaş yavaş alıştı.
Sesimi de tanımaya başladı.
Kışı köyde geçirdi.
Az sayıda köylü kışı geçirmesine destek verdiler.
Baharda tekrar karşımızdaydı.
Yemek veriyorduk.
Ürkekçe yaklaşıp, yiyeceğini alınca güvenli bir uzaklıkta yer bitirirdi.
Karnı doyunca yiyeceği alıp, yine uygun bir uzaklıkta ön bacaklarıyla hızla bir çukur açardı.
Ağzındaki yiyeceği çukura bırakıp, burnuyla kapatırdı üstünü...
Böylece birçok hayvan gibi toprağı karıştırırdı.
Sonbaharda toprağa düşen bitki tohumlarının toprağa karışmasını sağladığının farkında bile değildi.
Tohumların ekilmesini sağlardı, anlayacağınız...
Tarla faresi ve köstebek çukurlarında sabırla beklerdi.
Fare veya köstebek çukura geldiğinde bütün vücudunu yukarı fırlatıp, bir dalış yapardı.
Hızla yaptığı dalıştan eli boş dönmesi küçük bir olasılık...
Böylece sayıca arttıklarında tarımsal etkinliklerin baş belası olan tarla farelerinin makul sayıya düşmelerini sağlıyordu.
Böylece tilkinin tarım için ne kadar faydalı olduğunu anlayabiliyor muyuz?
Ya orman? Orman için ne yapabilir tilki?
Kayın gençlikleri, yani fidanları için en önemli sorun, bu fidanların köklerinin de fareler tarafından yenmesi ve bu yüzden fidanın kurumasıdır.
O zaman kayın dikeceğimiz alanlara önce tilki dikmeliyiz.
Yani önce tilkinin ağaçlandırma alanında yaşaması için bir ortam oluşturmalıyız.
Aslında fare, köstebek gibi hayvanlar toprağın havalanması görevini yapar.
Ancak sayıca arttıklarında verdikleri zarar yıkıcı olabilir.
Şimdi, can alıcı soru şu:
Tilkinin yaptığı bu işi insanoğlunun yapabilme olanağı var mı?
İnsanların bir tilki gördüğünde akıllarına gelen ilk şey nedir?
Büyük bir olasılıkla onu öldürmek!
Ne ilginç değil mi?
Aslında doğada var olan bütün canlılar, insanoğlunun farkında bile olmadıkları görevlere sahiptir.
Bu nedenle bir kısım doğal alanların sadece yabanıl canlıların özgürce yaşaması için ayrılması gerekiyor.
Bu türden alanlara koruma alanı, milli park gibi isimler veriliyor.
Koruma alanlarının tahrip edilmesinden bu nedenle rahatsız oluyoruz.
Bu nedenle derelerdeki suyun bütün bir havzada yok edilmesinden korkuyoruz.
Bu nedenle milli parkların doğadan hiç anlamayanlar tarafından yönetilmesine karşıyız.
Bu alanların hesapsızca, pervasızca tahrip edilmesine tepkiliyiz.
Doğayı korumak için yasa hazırlayanların, aslında korumamak için yola çıktıklarını bildiğimiz için endişeliyiz.
Bir bildiğimiz var.
O da doğa konusunda çok az şey bildiğimiz.
Bildiğimizden korkuyoruz.
Korkumuz ondan, endişemiz ondan...
Ancak bunları korumaya yönelik çabalar ne yazık ki fantezi sayılıyor.
Oysa doğayı korumak insanı korumaktır.
Doğayı sevmek, insanı sevmektir.