Siyasi partiler, demokrasinin çocuklarıdır. Demokrasi olmadan siyasi partiler, siyasi partiler olmadan da demokrasi olmaz. Çünkü partiler bireylerin gözü kulağı hatta beynidir.Her sınıfın, her düşüncenin temsilcisi siyasal yapılanmadır.
Özünde her parti bir sınıfı temsil eder ve o sınıfın haklarını savunur. Bir parti, kapitalist sistemi temsilen kurulmuş ve liberal ekonomiyi savunuyorsa bu parti sokakta, mecliste hatta uluslararasında kendi sınıfını savunmada samimi olur. Eğer bu parti, ezilen insanları savunuyor gibi görünüyorsa onların haklarını korumak için değil iktidara gelmek için oylarına gereksinim vardır.
Yönetim biçimleri arasında en az kötü sistemin, demokrasi olduğuna inanıyoruz.
Türkiye’miz için bu sistemi içtenlikle benimsiyoruz. Bu demektir ki bizler, Cumhuriyeti ve laik yapılanmayı bozmayacak siyasal yaklaşımlara karşı olmamalıyız. Dikta heveslisi olmayan her hareketi ve siyasal yapılanmayı, meşru kabul etmeliyiz.
Demokrasiyi özümsemiş toplumlarda kurulmuş partiler arasında ayırım yapmak, beğendiklerimize hoşgörülü, beğenmediklerimizi bölücü olarak değerlendirmek, demokrat olamamaktır. Kişilerin veya yöneticilerin kurulmuş partilere hoşgörülü davranmaması benimsediği partiye karşı da samimi olmaması anlamını taşır diye düşünüyorum. Çünkü bu yaklaşım, demokratik anlayışla ilgili olamaz. Yalnız kendi görüşünü veya sınıfını temsil eden siyası yaklaşımlara yaşam hakkı tanıyan diğerlerini yok sayan yapılanma totaliter anlayıştır. Şu anda Türkiye’nin örnek aldığı Batılı ülkelerdeki demokrasi anlayışı, bizden farklı işlemektedir. Orada ifade özgürlüğü kısıtlanmamış, basın yayın, iktidarın borazanı değildir. Orada demokrasi, yasalarla olduğu kadar, köklü geleneklerle de korunmaktadır.
Bir ülkede göstermelik demokrasi olmamalıdır. Gösteri ve yürüyüş yasası demokrat sistemi yansıtır; ama gösteri ve yürüyüş anında orantısız güç kullanılırsa o ülkede böyle bir yasadan söz edilemez.. Özellikle az gelişmiş ülkelerde demokrasinin nimetlerinden yararlanarak iktidara gelen kişiler bir zaman sonra keyfi yönetime kaymak istemektedirler. Bu da gösteriyor ki bu kişiler veya siyasal oluşumlar demokrasiyi amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanıyorlar.
Ortak Pazar, Avrupa Birliği gibi kuruluşlara girmek için samimi olmasak da çaba gösteriyoruz. Ama insani ve hukuki değişimlere gelince iki adım ileri bir adım geri adım atıyoruz. Avrupa Birliği ile kaynaşmak için Batı demokrasileri doğrultusunda bir yaklaşımda bulunmak gerekir. Gerçi, Türkiye’nin jeopolitik durumu düşünülürse birtakım farklı önlemler alınması zorunludur. Ama bu demokratik yaklaşımdan ödün vermek onun özünü yok etmek için bir bahane olamaz. Soruna bu açıdan bakınca kökü dışarıda olmayan ve ülkemizi bağımlı duruma getirme peşinde koşmayan ve Cumhuriyet rejimine saygılı, dikta hevesinden uzak siyasal partileri güçlendirmek bence bir ülkenin zenginliğidir.
Düşüncelere ipotek koymak ve onlara karşı demokrat davranmamak rejim açısından tehlikelidir. Öğrendiğimiz kadarıyla hiçbir görüş, tarih boyunca yasalarla, topla tüfekle yok edilememiştir. Biliyoruz ki devlet kendi gücünü kullandığı zaman ve legal yapılanma imkânı verilmediğinde illegal biçimde o düşünce varlığını sürdürür ki işte o zaman terör oluşur.
Kısacası Türkiye’de demokrasiyi yaşatmak, güçlendirmek istiyorsak vatandaşından, yöneticisine kadar demokrat olmak zorundayız. Her türlü görüşün demokratik düzenin bir parçası ve zenginliği olduğunu benimsemek zorundayız. İnsanın temel hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırmak hevesine kapılmak şöyle dursun onu canımız gibi korumak zorundayız. Aksi halde bindiğimiz dalı kesmiş oluruz.
Ne dersiniz?