Bugün, bir Osmanlıca tartışması gündeme oturdu. Bu, epey bir süre daha tartışılacağa benziyor.
Ana dilimiz Türkçeyi, sanki yeniyetmelere öğrettik de sıra Osmanlıca dersine geldi. Durup dururken okullara Osmanlıca dersinin konulması nereden çıktı? Okullarda öğrencilere Türkçe okuma-yazmayı öğretemedik. Türkçenin kurallarını uygulama alışkanlığı kazandıramadık. Dize başı yapmayı, nokta(.), virgül(,) koymayı, soru iminin (mı?) ayrı yazılmasını bir türlü öğrencilere yerleştiremedik. Bu konuda eğitimde sınıfta kaldık.
Ortaöğretimi bir yana bırakın, üniversiteye giden bir öğrenci, ‘Bardak su doludur’ diyemiyor. Bunun yerine ‘Bardak su tolidir’ söylemini yeğliyor. Duygu, düşüncesini kısa-özlü olarak yazıyla anlatamıyor. Eksiksiz, düzgün bir tümce kuramıyor.
Osmanlıca üzerine bilen de konuşuyor bilmeyen de. Bir kör dövüşüdür almış başını gidiyor. Her yer toz dumandır. Bu arada birileri işini aşırıyor. Osmanlıca: X111-XX.yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, özellikle XV. yüzyıldan sonra Arapça- Farsçanın etkisinde kalan yazı dilidir.
Kimine göre ‘Osmanlıca Türkçe(?!) dir. Eskimez Türkçedir. Başka bir dil değildir.’
Acaba bu söylem doğru mudur? Yoksa ki duyguların dışavurumu mudur?
Bana göre Osmanlıca, Türkçe değildir. ‘Osmanlı Türkçesi’ demek abestir, yanlıştır. Çünkü Osmanlıca seçkinler dilidir. Bunu medresede eğitim görenler okuyup yazabilir. Devlet yazışma dilidir. Başka bir söylemle seçkinler dilidir. Halktan kopuktur. Halk ne okuyabilir ne de yazabilir. Kısacası Osmanlıca, yoz, uyduruktur. Arapça, Farsça, Türkçeden oluşmuştur. Osmanlıcanın devlet katında egemen olduğu dönemde halk, Anadolu’da gerçek, arı, açık, anlaşılır biçimde Türkçeyi kullanırdı. Devletle halk arasındaki en büyük sorun dil-yazışma kopukluğuydu.
Osmanlıca gerek okunması gerek yazılması açısından güçlüklerle doludur. Bin kişiden ancak üstün yetenekli olan 3-5’i öğrenebilirdi.
Onun için 1928 harf devrimine gelinceye dek halkımızın okur-yazar oranı çok düşüktü. Bir bakıma Ortaçağ karanlığını yaşıyordu. Yeni abece ile birlikte toplumda ileri düzeyde okuryazar patlaması oldu. Bugün bu oran %95’lere yükselmişse bunu dil devrimine borçluyuz.
Osmanlıca ‘Düşman dili değildir.’ deniliyor. Bu, özümüze aykırıdır. Konuşmamıza, yazmamıza uygun değil. Ne var ki bizim için yabancıdır. Anlaşılmaz bir dildir.
Osmanlıcada konuşmayla yazı dili birbirinden değişiktir. Bir yanda konuşulup yazılmayan bir dil, öbür yanda yazılan ne var ki konuşulamayan bir dil ortaya çıkmıştır.
Örneğin, konuşmada ‘Osman’, yazmada ise ‘Ûsman’ dı.
Osmanlı ekin(kültür)ine bağlı olup tutucu bir kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak ereğiyle ‘Osmanlı Türkçesi’ söylemini yeğledi. Bu, yaygınlaşarak halkta yanlış bir kanı oluşturdu.
Şimdi sağda-solda Osmanlıca kursları açılıyor. Bir sevdadır almış başını gidiyor. Duyuruda da ‘Osmanlı Türkçe kursu açıldı’ deniyor.
Bugünkü yoz eğitim dizgesinde Osmanlıcanın okutulup öğretileceğine kim inanır? Bunu ileri sürenler halkı kandırmıyor mu? Faruk Timurtaş gibileri Osmanlıcayı yanlış çevirmiştir. Uzman olanlar bile bu işin altından kalkamıyor ki öğrenci mezar taşını okusun! Altyapı olmadan bu, gerçekleşemez. Osmanlıca kullanılmadığından ölü bir dildir. Geçmiş bir daha yaşanmaz.
Bekleyip göreceğiz. Bakalım kim yanılır?