Eğitim- öğretim başladı ama sancılı başladı.Temmuzda, ağustosta yapılması gereken öğretmen atamaları  daha şimdi yapılıyor. Öğretmenlik ha denilip de işe başlama mesleği değildir. Ders dağıtımları, planları ve bunlardan önemlisi zümre toplantıları öğretmenin olmazsa olmazlarıdır. Çünkü öğretmenlik gerek alan bilgisi yönünden gerekse planlama yönünden hata kabul etmeyen meslektir.

Cumhuriyet tarihimizde yaşanmayan olaylarla karşı karşıya kalıyoruz bugünlerde.  Diyarbakır’da, Hakkari’de, Iğdır’da, Şırnak’ta, Silvan’da, Batman’da, Van’da okullar yakılıyor. Ben bu yazıyı yazarken 30’a yakın okul yakılmıştı. 

Cehaletin pençesinde  neden mutlu olacağını bilemeyen iki ayaklı yaratıklar, okullarla birlikte orada okuyan öğrencilerin geleceklerini de yakıyorlar.

Peki bu oluşumlarda suçlu kim? Okulları yakan o çocuklar mı yoksa o yöreye yeteri kadar ilgi göstermeyen yönetimler mi? Asırlardan beri ihmal edilmiş, geri bıraktırılmış o bölgenin insanından ve onların çocuklarından beklene beklene bu tepki beklenir diye düşünüyorum.

Eğitimle ilgili tüm yazılarımda; eğitimi okul denilen dört duvar arasına sıkıştırılmış bir biçim olarak görüyorsanız yanılıyorsunuz. Okul, hayatın gerçeklerinin öğrenildiği, beynin geliştirildiği ve insanlığın öğretildiği yuvalardır.

Bilimden, insanlıktan, ülkenin insanının geleceğinden korkanlar okullarımıza ve öğretmenlerimize saldırıyorlar.
1921 yılında Urfa’ya giden Ziya Gökalp, yörenin ileri gelenleri ile bir toplantı yapar ve onlara: “Çocuklarınızı okula gönderin, okur yazar olsunlar” Bu söz üzerine bir aşiret ağası: “Benim köylerime gelecek öğretmenlerin bacaklarını kırarım. Benim köylerimde ben ne dersem o olur.” Aradan yüz yıl geçti ama kafalar değişmedi.  Çocuklar okula gitmesin. Öğretmenden yeni güzellikler öğrenmesin. Kitap okumasın. İnsanca büyüyüp kendine ve insanlığa yararlı olmasın diye bu çağda eğitim yuvaları yakılıyor.
Öğretmenler geçen gün hükümetin eğitim politikaları, kendi özlük haklarındaki sorunlar, atamalar, yönetici değişiklikleri ve TEOG yerleştirmelerindeki hataları protesto etmek için meydanlara çıktılar. Bir günlük grev yaptılar. Meydanı boş bulan iktidar ve onun bakanları istediği gibi at koşturuyorlar. Söyledikleri ise, “Millet bize yetki verdi.” İnanır mısınız bu cümleyi duyar duymaz ben Türkiye’de mi yaşıyorum yoksa bir kabilede mi diye düşünüyorum. Bu millet size yetki vermedi. Yetki dediğin oybirliği ile olur. Evet bu milletin yarısı bize yetki verdi derseniz buna katılırım ama tersini söylerseniz bu doğru değildir.

Milli Eğitim’i siyasallaştırmak bu ülkeye ihanettir. Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalmamak, ta Orta Asya’dan beri getirdiğimiz gelenek göreneklerimize saygı duymamak ulus bütünlüğünü bozmaktır. Ulusal bütünlüğümüzün simgesi olan Atatürk’e ve onun ilkelerine saldırmak bozgunculuktur.

Devlet, ülkesinin çocuklarına eğitim olanakları hazırlamak zorundadır. Bunu hukuka, evrensel değerlere uygun yapmak da görevidir. 21. Yüzyıl Türkiye’sinde çocuklarımızı, istemedikleri okullara ve istemedikleri branşlara zorlamak çağın çok gerilerinde kalmak demektir.

Bizim gençliğimizde  ve öğretmenliğimizin ilk yıllarında ortaokul ve liselerde öğrenciler kasket örtmek zorundaydı. Kasketsiz gelen öğrenci okula alınmazdı. Şimdi düşünüyorum da esası bırakıp hep detaylarla uğraşmışız. Elbette ki öğrenci belirli kıyafetle okula gelmelidir. Ama 10 yaşındaki bir kız çocuğunun üzerinden siyaset yaparsanız ve dini bu konuda bile istismar edersiniz hesabını öteki dünyada biraz zor verirsiniz.

Okullar yakılıyor, ders kitapları ya yok veya çağa hitap etmiyor. Öğrencinin ayağında ayakkabısı olmadığı için okuluna gidemiyor; ama siz kalkmışsınız  10 yaşındaki çocuğun başı açık mı olsun kapalı mı? Gelin hep birlikte, üreten, araştıran, paylaşan ve ülkesini seven nesiller yetiştirmek için gayret edelim.

Aksi halde biz yıllarca başkalarının güdümünde kalırız.

Yoksa ben çok mu karamsarım?