Şu an çocukluğumu ve köyümü, yaylamı anımsıyorum. Çobanlar güdümünde koyunların, ineklerin  sürüler halinde otlaktan yaylaya dönüşlerini özlüyorum. Yalnızçam Dağları üzerinde kurulmuş yüzlerce köyün yaylaları vardır. Köylerin büyüklüğüne göre sürülerin sayısı binleri bulurdu. Yağını, peynirini, lorunu yaz boyu hazırlayan yaylacı kadınlar, eylül ayının ortalarında hep birlikte köylerine neşe içinde dönerlerdi. Kışın yiyecekleri yağları, peynirleri, lorları ve tuzlu ayranları ile övünür ve mutlu olurlardı.
Ben o yaylaları gezdim. Belki 15 yıldır gitmediğim o güzelim, heyecan veren yaylaları görünce inanın moralim bozuldu. Birçok yayla evi çökmüş. Geri kalanlarda ise ya boş veya birkaçında bir inekle yaşayan insanlar var. Cıvıl cıvıl olan o geniş alanları sessizlik, hüzün kaplamış.

Şimdi yaylara elektrik getirilmiş, fırınlardan ekmek de geliyor ama ne yazık ki  evlerde insan, otlaklarda hayvanlar yok. Neyleyeyim ben insansız, koyunsuz, ineksiz yaylayı ve elektriği. Çünkü her şey, özüyle güzeldir. Her şey doğallığı ile hoştur.
Peki, ne oldu bu kadar koyuna, kuzuya ineğe, öküze? Hastalık mı yok etti bu hayvanları, savaş mı çıktı da arada kenarda kalıp öldüler? Hiçbiri olmadı. Olan, köye, köydeki emekçilere gereği gibi değer verilmedi.

AB uyum yasaları adı altında çıkarılan yasalar ve İMF talepleri ile ülkemizde tarım ve hayvancılık bile bile yok edildi. Bilinçli yaptırılan yeni düzenlemelerle bir yılda hayvancılıktaki gerileme 0/0 35’lere ulaşmıştır. Bu müdahale 1986 yılından itibaren başlamıştır. Hatta bunu meşhur 24 Ocak kararlarına kadar da indirebiliriz. 43 binin üzerinde olan köy sayımız bugünkü rakamlara göre 25 binlere gerilemiştir. 1986 verilerine baktığımızda o günkü keçi, koyun, sığır, manda sayısında yüzde ellinin üzerinde azalma vardır. Tüm dünyada hayvancılık alanında ve dışsatımda büyük artış oluşurken bizde IMF’nin talimatları doğrultusunda tam tersi yaşanmaktadır.

 Özelleştirme adı altında köylerimize ve köylümüze kazık atılmıştır ve atılmaktadır. Yem- San,TSEK, EBK özelleştirilerek küçük ve orta boy çiftçiler başta olmak üzere  üreticiler sahipsizleştirilmiştir.

Yanlış politikalar ve teslimiyetçi yaklaşımlar sonucunda bir tarım ülkesi olan Türkiye, et ve süt ürünlerinin ham maddesinde sıkıntı çekmektedir. Arz talep dengeli olamayınca da fiyatlar artmakta ve halkımız hayvansal gıdalardan yeteri kadar yararlanamamaktadır. Bu da gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen et ve süt oranın çok altında tüketime neden olmaktadır.
Ulusların elinden toprağa ve hayvana bağlı ürünlerin yetiştirilme olanakları alınması,  küreselleşmenin bir silahıdır. Bir sosyal devlet görünümünde olan Türkiye, hayvancılık sektörünün önemini ön plana çıkararak ülke insanını dışa bağımlı olmaktan kurtarmalıdır. İMF reçeteleri ile bitme noktasına gelen bu sektöre gereken önem verilmeli ve köylerden şehirlere göç eden insanların köylerinde insanca yaşamalarına olanak hazırlanmalıdır. Bunun için tam bir devlet desteğine ve ulusal politikaya gereksinim vardır. Köylümüze sıfır faizli ve uzun vadeli kredi verilebilir. Yem desteği sağlanabilir. Vatandaşın elindeki ve satıma çıkardığı hayvanların alım garantisi verilebilir. Bunun yanında iyi cins hayvan yetiştirmek ve o hayvanların ucuza tedavisini devlet üstlenebilir.

Aksi halde organik gıda ve doğal beslenme sözleri rafta kalır. Doğal beslenme ise tarım ve hayvancılıktan geçer. Biz de ona önem vermeliyiz. Çünkü biz geleceğe sağlıklı nesil yetiştirmek zorundayız.
Ne dersiniz?