Tam sırası işte!..
Kimsecikler yokken ortalıkta eline bir taş alır ve olanca kuvvetiyle pencereye doğru fırlatır
Eyvah!.. Hiç düşünmediği, daha doğrusu, küçük aklıyla hesaba katmadığı bir şey olur o an; kırılan camın çıkardığı ses, başına toplar evdeki herkesi. Başını omuzları arasına gömmesine neden olan şaşkın ve bir o kadarda kızgın bakışlar altında, dokunsanız ağlayacaktır neredeyse...
“Neden kırdın camı?”
Çocuk, şu yanıtı verir yutkunarak: “Camdan bir uçak yapmak için!”
O gün, kırık cam parçalarından yapmak istediği oyuncak uçak kadar berrak ve yalın düşlerinden dolayı hayatı boyunca yargılanacak olan Nazım Hikmet’in, ilk sorgu günüdür. Şairin, on üç yaşında yazdığı bir şiirinde, uçağın camdan yapılmadığını öğrendiği anlaşılır:
Gökyüzünde tayyareler uçurtan
Denizlerin altında taht-el bahir yürüten
Benim öz babam çeliktir
Şiirin yazıldığı 1915, uçakların ve denizaltıların ilk kez kullanıldığı Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıldır. Aynı yıl, Çanakkale’ye gelen “yedi düvel” hiç de beklemediği bir direnişle karşılaşacak ve bu savaşta Nazım Hikmet, çok sevdiği dayısını kaybedecektir... Şair, şu dizeleri yazar, şehit dayısının ardından:
Bana ali fedakarlık dersleri hep veren
Vatan için feda-yı can etmenin
Usulünü öğreten
Millet için ölmenin
Büyüklüğünü telkin eden
Nazım Hikmet’in yaşamında apayrı bir yeri vardır Çanakkale Savaşı’nın. Emperyalizme karşı direnen nice insanın can veriği günlerde, Nazım Hikmet’te Bahriye Mektebi’nin sınavına hazırlanmaktadır. Bir gün, coğrafya dersine yardımcı olur diye, babası büyük bir harita getirir eve. Şair, ilk şiirlerini yazıyor olsa da, son çocukluk dönemini yaşadığı için oyundan henüz vazgeçmemiştir. Kız kardeşiyle paylaştığı odanın halısını kaldırır ve haritaya bakarak Çanakkale Boğazı’nı yere çizdikten sonra yedi yaşındaki Samiye’ye seslenir: “Haydi, geç karşıma da savaşalım seninle.”
Binlerce insanın kırıldığı Çanakkale, bir oyun alanına dönüşmek üzeredir, iki çocuk arasında...
Ağabeyinin davetini kabul eden Samiye Hanım’ın parlak bir fikir gelir aklına; babasının çalışma masasının üstünde, bir çubuğa asılı duran kurşun kalem vardır!.. Hemen onu getirir ve bir oyuncak keşfetmenin mutluluğuyla haykırır: “İşte, bu da benim vincim oldu.”
Nazım Hikmet, kardeşinin elindeki kalemden ayıramaz bakışlarını. O an, bir oyuncak olarak algılasa da, kalemin gücüne ilk kez tanık olmaktadır!
Samiye Hanım, ağabeyinin “Onu bana vereceksin” demesiyle korumak için arkasına gizler kalemi:”Hayır, onu ben buldum. O benim vincim.”
Bu söz üzerine Nazım Hikmet, savaş ilan eder kız kardeşine. Samiye Hanım o günü, savaşın ne olduğunu, nasıl başladığını öğrendiği gün olarak anacaktır.
Nazım Hikmet, oyuncak yapmak konusunda oldukça başarılıdır. Kendi yaptığı oyuncaklarla oynamıştır sürekli olarak. Şairin, hiç de bilinmeyen bu özelliğini şöyle anlatır Samiye Yaltırım: “Elleri çok hünerliydi. Kağıttan toplar, askerler, askeri arabalar, gemiler yapardı. Bana da öğretmişti yapmasını.”
1915 yılında şair, Çanakkale Savaşı’nın etkisiyle kahramanlık şiirleri yazmakta ve oyuncak olarak da kağıtlardan savaş araçları yapmaktadır. Ne gariptir ki, yıllar sonra, 1933’de, bir sabah erkenden evine baskın düzenleyen polis kitapları ve daktilosuyla birlikte şairi de alıp götürecektir.
O gün, Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü olan 18 Mart’tır!..
- - -