Büyük ülkelerin liderleri uluslarına hitap ederken ülkelerinin adını anarak seslenirler. Fransa lideri De Gaulle seslenişinde “Fransızlar!”, Amerikan başkanları, “Amerikalılar!” Almanlarda bu söz kürsü bayrağı gibidir. Ülke adıyla ulusa seslenmek ulus bütünlüğünü ve kolektif tavır sergilediğini her sosyolog dile getirir. Atatürk, seslenirken, “Türk Gençliği, Türk Milleti” demiştir. Gerek diğer ülkelerin liderleri gerekse Atatürk’ten sonra gelen liderler, uluslarını ülke adıyla seslendirdiler. Süleyman Demirel’in “Böyyük Türkiye” söylemi kulaklarımızdadır.
Son dönem iktidar liderleri, bilinçli mi yoksa ağız alışkanlığı ile mi bilemiyorum seslenirken, “Bu ülke! Bu Millet!” olarak adlandırmaktadırlar. Neden Türk Milleti denilmiyor onun izahı elbette ki seslendirenlere aittir. Ancak bu oluşumda ince politik bir yaklaşım sezinleniyor ki bu ülkemize ve ulusumuza yarar sağlamaz. Olsa olsa bizi kimliksizleştirir ki bunu düşünmek bile korkutuyor beni.
Türkiye’de toplu etkinlik oluşturulurken ve oyun oynanırken oyun ahlakımız düşük düzeydedir. Dikkat edin, sokaklarda, okul bahçelerinde çocuklar arasındaki oyun uzun sürmez. Birileri ya mızıkçılık yapmıştır veya kavga çıkarmıştır.
Maçlarda oyuncular veya seyirciler birbirlerini yuhalar, taşlar veya söverler. Politik yaşamımızda, partiler arasında hoşgörüsüzlük, aşağılama tarihimiz boyunca sürüp gitmektedir. Bir parti lideri ki başbakan yardımcılığı yapmış, akademik kariyeri olan ve arkasında milyonlarca taraftarı bulunan bir liderimiz, Genelkurmay Başkanını eleştirdiğinde, Sayın Cumhurbaşkanı, “Sen onun kestiği tırnak olamazsın” çok ama çok çirkin bir hitap ki bu bizim kimliğimizi sergiliyor. Evde bir babanın, ülkede bir Cumhurbaşkanın görevi derlemek, toplamak ve bütünlüğü sağlamaktır. Hoşgürüsüyle toplumuna örnek olmaktır.
Hani derler ya, “Balık baştan kokar” diye. Biz büyükler özellikle politik yönde önde olanlar, küçüklere olumlu örnek olamazsak sonucunda hırçın bir toplum yaratmış oluruz. Siyasal açıdan farklılığı düşmanlık düzeyine taşırız.
Çocuk eğitiminde bir kural vardır. Çocuk ailesinin kopyasıdır. Çünkü çocuk, annesini, babasını taklit ederek büyür. Öğüt vermek, eleştirmekle çocuğu eğitemezsiniz. Önce kendimizi eğiteceğiz sonra çocuklar, bize bakarak kendilerini eğitirler. Aileden sonra okullar ön plana çıkar. Özellikle oyun saatlerinde çocuklar başıboş bırakılmamalı, oyun kurallarına saygılı, kaybedince kızmayan, kazanınca şımarmayan çocuklar, dolayısıyla insan yetiştirmek için okullara yeterli öğretmenlerin yönetiminde oyun dersleri konulmalıdır. Böylece çocuk disiplini, kuralları öğrenir ve kendisiyle barışık olur ve ağzından çıkanı kulağı duyan insan olur.
Okul öğretmenleri belirli kurallar içinde yaşamak zorundadır. Kıyafeti, konuşması, yemesi, içmesi; oturması kalkması ile örnek insan olmalıdır. Erkekler, kravatlı, günlük tıraşlı, ayakkabıları boyalı olmalı; kadın öğretmenlerimiz, bakımlı, kibar, düzgün giysili olmalıdır. Öğretmen, siyaset üstü bir mesleğin temsilcisi olduğunu ve devletinin hizmetinde bulunduğunu unutmamalıdır. O zaman örnek insan olur ve öğrencisi de onu örnek alır.
Eğitimci olarak, okullarda sanat eğitimine önem verilmelidir diye düşünüyorum. Sanat yoluyla eğitim, hem çocuğun ruhsal durumunu hem de yaratıcı gücünü kuvvetlendirmek açısından önemlidir. Okul koroları, tiyatroları, iyi insan, iyi yurttaş olma açısından en verimli araçlardır.
Güzel Türkiye yaratmak hiç de zor değil. Yeter ki isteyelim.