Özgürlük ve eşitlik sözcüklerinin  değil içerik, lafzından dahi ürküp  panikleyen “Fincancı Katırları” varsın tedirgin olsunlar!.. Gerçeğin saati çalmaya görsün, vakti zamanı gelince güneşin balçıkla sıvanmasının olanaksız olduğu gerçekliği,  bir kez daha izlenmek durumunda kalınacaktır.
Eşitlik ve özgürlük bir bütünün iki parçası gibidir. Eşitliğin alanı artarsa özgürlüğün ki azalır, özgürlüğün ki genişlerse eşitliğinki daralır. Oysa insanların ve onların oluşturduğu toplumların özgürlüğe olduğu gibi eşitliğe de gereksinimleri vardır. Bu nedenle bunları kaynaştırabilecek üçüncü bir kavrama başvurmak gerekmiştir, O da Adalettir.
Toplumsal (sosyal)  adalet ilkesinin ortaya çıkmasıyla, adaletin eşitlikçi yönü ağırlık kazanmıştır. Artık günümüzde, topluma, toplumsal adaletle yaklaşmayan bir düzenin yaşama şansı yok gibidir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında ideal düzeni belirleyen ölçütlerin özgürlük, eşitlik ve adalet olduğu sonucuna varılabilir. Duruma bu açıdan bakıldığında demokrasi ideal düzene erişebilme şansına sahip bir yönetim biçimi olarak görülmektedir
Demokratik yaşam biçimi, toplumda adaletin başka bir değişle insan haklarının gerçekleştirilmesi için denetleyici işlevi olan bir sivil toplum düzenidir. Sivil toplum ise aydınlanmış, yetkin biçimde bilinçlenmiş bireyler gerektirir.
Felsefeci Afşar Timuçin bu duruma “Böyle bir birey için en temel sorun, Hukukun evrensel biçimde egemen olduğu Sivil bir Toplum yaratma sorunu” olarak işaret eder.
Hem sosyolojinin hem de siyaset siliminin kurucusu sayılan, hiçbir gücün sınırsız olamayacağını, yasalara, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı ilke haline getiren ünlü düşünür Montesquieu, “Kanunların Ruhu” adlı eserinde; üç yönetim biçimi öngörür. Bunlar Cumhuriyet, Monarşi ve İstibdat (zorba Yönetim, Despotizm) dır. 
Montesquieu’ya göre bu üç yönetim biçimine uygun düşen üç temel duygu vardır. Cumhuriyet siyasal erdeme, monarşi şan ve şöhrete, istibdat korkuya dayanır.
Siyasal erdem ülke ve toplum sevgisidir. Başka bir değişle ülke ve toplum çıkarlarını kişisel çıkarların üstünde tutmaktır. Siyasal erdem demokrasinin temel ilkesidir, onu ayakta tutan güçtür;  yasalara saygıyı ve bağlılığı sağlar.
Monarşide toplum alt ve üst olmak üzere iki sınıf ayrılmıştı. Üst sınıfı oluşturanların (Yöneticiler, Soylular, Din adamları) bir çok ayrıcalığı vardır. Bunlar kendi durumlarını korumak ve ayrıcalıklarını pekiştirmek için sürekli bir savunma içindedirler. Bundan ötürü monarşinin ilkesi şan ve şereftir. Ayrıcalık azalınca ya da kaldırılınca monarşi bozulmaya başlar ve sonunda yıkılır.
İstibdat ise, tek kişinin keyfince toplumu yönetmesidir. Bu yönetimde siyasal erdeme olduğu gibi şan ve şerefe de gerek yoktur. Özellikle başkalarının şan ve şeref kazanması zorba yönetim için tehlike oluşturabilir. Bu nedenle despotizmin dayanağı KORKUdur. Ne var ki korku üzerine kurulan bir yönetim doğası gereği bozuktur ve eninde sonunda yıkılmaya yargılıdır.
Yönetim biçimleri ve her birinin eksik ya da kötü yanlarını belirttikten sonra Montesquieu şu soruyu sorar;
İktidarın kötüye kullanılmasını ve güç zehirlenmesini! önlemek adına ne yapılmalıdır?
Düşünürün bu soruya yanıtı çok nettir: “Yapılması gereken, İktidarı iktidarla doldurmaktır” 
Montesquieu’ya göre bir devlette üç güç vardır.
 Bunlar YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI güçleridir. Eğer bir devlette yasama, yürütme ve yargı gücü tek elde toplanmış ise GÜÇLER AYRILIĞI İLKESİ işlemiyor demektir. Artık o ülkede siyasal özgürlükten, eşitlikten, adaletten, erdemden söz edilemez.
Bu nedenledir ki yasama, yürütme ve yargı gücü ayrı ellerde bulunmalıdır... Başka bir deyişle “Bir İktidar Diğer Bir İktidarla SINIRLANMALIDIR”... Ancak böyle bir düzende Siyasal Özgürlükler gerçekleşir... 
Yaşadığımız günlere Işık Tutması dileğiyle...