Çocukluğumun geçtiği Trabzon’da, yazın açılan Doğu Karadeniz Fuarı’nde görmüştüm denizkızını
          ilk kez! Büyük bir çadırın ortasındaki akvaryumdaydı. Yüzünün iki yanından uzanan sarı saçları göğüslerini kapatıyordu. Hiç kımıldamadan yatıyordu; kirli, bulanık bir suyun içinde. Müşterileri daha çok erkeklerdi. Biz çocuklar, ellerini pantolon ceplerine sokan iri cüsseli adamlar arasından zar zor görüyorduk denizkızını. Bizim için o, Andersen’in bir masal kahramanıydı.. Ama masal yaşını aşanlar başka bir gözle bakıyorlardı ona.
Cemal Süreya’yı 16 Temmuz 1972’de, saat 14.30’da, Beykoz çayırındaki Sıtkı’nın Kahvesi’nde otururken görürüz. Şair, bir şeyler yazmaktadır önündeki kağıta. Bugünlerde epey posta pulu yalamaktadır. Hastanede yatan eşine her gün mektup göndermektedir çünkü. İşte, bir mektubu daha kaleme almaktadır. Yanına gidelim ve bir göz atalım kağıta:”Sana iki satır yazarak bir de Beykoz’dan sesleneyim diyorum. Hava kapalı. Yağmur bile yağabilir. Sahada maç var. Takım bu yıl ikinci kümeye yükseldiği için daha bir kalabalık seyirci kitlesi var. Bununla birlikte Sıtkı’nın kahve karşıki bahçeye göre oldukça tenha. Bir minibüs şarkısı çalıyor pikapta:’Aklıma gelmeyen başıma geldi.’ Çayırda yine salıncaklar vb. Ayrıca büyük çadırlar kurulmuş.’Arslanları görün’, ‘180 metre karların altında balıkçılar tarafınan bulunmuş şahane denizkızını görün!’ vb. Ne güzel yer şu Beykoz. Her taraf yemyeşil.”
Cemal Süreya denizkızını görmeye gitmiş midir? Bunun yanıtını bilemiyoruz. Mektupta bu konuda bilgi verecek bir açıklama yok. Ama ben size, denizkızına benzetildiği için gücenen bir şairden bahsedebilirim. Derler ki, Nazım Hikmet, bir yemek davetine katıldığı Atatürk’ün kendisinden sofrada şiir okumasını istemesi üzerine “Ben denizkızı Eftalya değilim” diyerek terk eder salonu. Bunun üzerine de Atatürk, şunları söyler ardından:”Sofradaki en güzel adamı kızdırdık.”
Eftelya, Galata’daki çalgılı kahvelerde sahneye çıkan Rum asıllı bir şarkıcıdır. Daha da önemlisi, ülkemizde plak dolduran ilk kadın okuyuculardandır. Tek başına çıktığı sandal gezintilerinde, ay ışığı altında şarkılar söylediği için, yüzünü görmeyen yalnızca sesini duyan halk tarafından kendisine “Denizkızı” adı konulur. Eftelya’nın yine böyle bir gecede hastalanıp ölümün oltasına yakalandığı söylenir.
Denizkızları, Yunan mitolojisinde bir adada yaşayan ve şarkı söyleyerek denizcileri yanlarına çağıran Sirenler olarak çıkar karşımıza. Adalarının kıyıları güzel seslerinin büyüsüne kapılıp, kayalıklarda parçalanan denizcilerin kemikleriyle doludur. Odysseus, arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla tıkayarak kurtulur Sirenlerin elinden. Ne var ki Sirenler balık kuyruklu kadın sanmak yanılgıdır. Onlar balıktan çok kuşa benzetilirler. Kanatları olan Sirenlere balık şeklini veren Romalılardır.
Yalnızca Yunan değil, diğer kültürlerde de karşımıza çıkar denizkızları. Brezilya’nın Ris Vermehios ırmağı her yıl dünyanın en garip gösterilerinden birine sahne olur. Kıyıda toplanan insanlar yanlarında getirdikleri, içleri dudak boyası, tırnak cilası, güzellik kremleri ve kolye, yüzük gibi takılarla dolu sepetleri bir gemiye koyarak, ırmağın denizle buluştuğu yere doğru yola çıkarlar. Çok geçmeden, denize atılır tüm sepetler! Böylelikle yapılan dualar da denizin sularına karışır. Hepsi de, köle olarak Brezilya’ya getirilen karatenli insanların torunları olan yöre halkı Yemandja Tanrıçasına tapmaktadır. Süsü sevdiğine inanılan Yemendja yarı balık, yarı insan olan bir Tanrıçadır. Denizi doldurarak savaşmadan toprak kazanan tek ülke olan Hollanda balıkçıları da, denizkızlarının suyun basacağı yerin adını söylediğine inanırlar.
Yolu Sicilya’ya düşen İbn al-Bialsath, bir dere ağzında uyuyan denizkızının dramına yer verir seyahatnamesinde. Arap gezgin, kadınların kocalarından kıskandıkları denizkızını parçalayarak öldürdüklerini yazar. Bir diğer gezgin Jean Cabot’a göre de, denizkızları kötülük getirirler. Cabot, denizkızlarından korunmanın yöntemini de bulmuştur: Denize boş şişeler atmak!.
Denizcilerin yüzyıllardır kadına benzettikleri bir fok türüdür aslında. Uzaktan bir kadını andıran bu hayvanlar memeleriyle yavrularına sür verirler. Böylesi bir durumda kayalıklara otururken görüldüklerinde denizkızı sanılırlar. Bu yanılgıya düşenlerden biri de Kristof Kolomb’dur. O bile, Amerika’ya giderken günlüğüne denizkızlarını gördüğünü yazar.
Hiç düşündünüz mü; denizkızı var da, neden denizerkeği yok?.. Yanıtı çok basit: Çünkü denizcilerin hepsi erkektir. Eğer, kadınlar da deniz de aylarca gezinselerdi, erkeğe benzetecekleri bir deniz canlısı bulurlardı!..