Bir yazımda Fahri Korutürk’ü örnek göstermiştim Cumhurbaşkanı olarak. Kendisinin sade bir vatandaş gibi davrandığını, çocuklarının Cumhurbaşkanı babalarının adını kullanmadıklarını belirtmiştim. Demiştim ki” O makam Atatürk’ün oturduğu makamdır. Vatansever, ulussever olmayanların orada barınmaları mümkün değildir”. Geriye dönüyor, bakıyorum da Atatürk’ten sonra gelen, İsmet İnönü, Celal Bayar, Cevdet Sunay, Ahmet Necdet Sezer, Süleyman Demirel o makamı kendi çıkarları için kullanmadıkları gibi, kuruşun hesabını yaparak bir baba gibi ulusunun çıkarını ön plana almışlardır. Hiçbirinin hayatında yüz kızartıcı bir olay yoktur. O makama şerefleriyle geldiler ve yine şerefleri ile bırakıp gittiler. Öyle olmak zorundaydılar, dürüstlük, meşru kazanç ve toplumsal birlik açısından toplumuna örnek olmak zorundaydılar ve oldular da . Ölen Cumhurbaşkanlarımıza rahmet diliyor, mütevazı biçimde yaşamlarını sürdürenlere de sağlıklı ömür diliyorum.
Doğrudur yanlıştır; ama ateş olmayan yerden duman tütmez. Hiçbir kişi devletin verdiği maaşla bu kadar kısa zamanda bu kadar zengin de olamaz. Hani derler ya, “Çok söz yalansız, çok mal da haramsız olmaz,” ya. Bir birey bir parti lideri olabilir, Başbakan da olabilir. Onun yaşamını, geçmişini kendi parti üyeleri sorgularlar daha doğrusu sorgulamalıdırlar. Ancak meşru kazanç dışı kazanç elde eden kişi en yüce makama ,Cumhurbaşkanı makamına oturursa topluma kötü örnek olur diye düşünüyorum.
Bu ülkenin insanının yüzde 99’u müslümandır. Dinimizin kurallarını kimimiz tam yerine getirmeye çalışıyoruz, kimimiz de yapabildiğimiz kadarını yapıyoruz. Ama ben, bu yüzde 99’un içinden kutsal dinimizi siyasete alet eden dincileri çıkarmak istiyorum. Onlar dinimizin güzelliğine, ulviliğine zarar veriyorlar diye düşünüyorum. Bir meydanda, bir siyaset kürsüsünde dini, Kutsal Kitabımız Kuran’ı eline alarak insanımızın inancını, yaşama biçimini istismar eden kişileri gerçekten ayıplıyorum. Hele bunu bir cumhurbaşkanı adayı yapıyorsa bunun sonunun nereye varacağını düşünmek bile istemiyorum. Bunun yanında, mezhep ayırımcılığı yapmak,ırk ayırımını kullanmak ve kendinden olmayanları ötekileştirmek bizi kuşkuya götürüyor. Bir baba evinde çocukları arasında ayırım yapmamalı, yapanlar yok mu? çok. Ama o baba saygınlığını sağken de ölümünden sonra da koruyamaz. İşte bir ülkenin babası olmaya aday olan kişi oturup, benim mizacım, kültürüm, becerim ve bunlardan öte hoşgörüm yeterli midir diye değerlendirmeli ondan sonra aday olmalıdır.
Seçime bir hafta gibi az zaman kaldı. Adaylar eşit koşullarda yarışamadılar. Birisi devletin tüm olanaklarını kullanırken diğerleri kendilerine güven duyanların desteği ile varlıklarını sürdürüyorlar. Ama kendi olanaklarını kullanan adaylarımız, devleti kullanan adayı zorlayacağa benziyor. Onun telaşı içinde olan sayın aday, oldukça sinirli ve sözcükleri seçmeden konuşuyor. Konuştukça da batıyor gibi.
O makam, el yakar, beden yakar daha önemlisi ruh yakar. Orada noterlik yapacak, orada çevresini zengin edecek, orada kendi ailesinin bireylerini koruyacak kişinin olmasını değil, toplumunu kucaklayacak var olan pastayı mümkün olduğu kadar eşit paylaştıracak birisini istiyoruz.
O mevkide oturan kişinin, Allah korkusu olmasını, kul hakkı yememesini, yedirtmemesini toplumun tümüne sevgiyle bakmasını istiyoruz.
Benim vatandaşım, çağın insanı olmalı, ucuz ve kişisel vaatlere kanmadan kendi Cumhurbaşkanını kendi sağduyusu ile seçmeli. Kömürüne, şekerine, pirincine değil kendi özüne danışmalı ve seçimini ona göre yapmalıdır.
Vatanımızı koruyup kollayacak, ulusumuzu ayırım yapmadan sevecek kişinin Cumhurbaşkanımız olması dileğiyle.