14 Mayıs CHP’nin seçimi kaybettiği ve kendi içinden çıkan kadroya, Demokrat Partililere iktidarı devrettiği gündür. Yıl 1950 tarihi, çok partili hayatın mecliste buluştuğu yıldır da.
Toplum, tek parti döneminin keyfiliğinden çıkmış, çok sesli siyasi hayata alışmaya başlamıştır. Osmanlı Devletinin küllerinden oluşturulan yeni Türk devleti, maddi ve manevi zorluklarla karşılaşmıştır. Osmanlı yönetim biçimindeki tek adam yönetiminden çıkmak ve çoğulcu yönetimi benimsemek kolay olmamıştı, olmuyor da. Kuva-yi Milliye ruhu ile kurulan CHP hem yeni bir devlet anlayışını, hem de siyasal yapılanmayı birlikte gerçekleşmeye çalıştı. Cumhuriyet gibi bir rejimi alışmamış bir topluma benimsetmek bunun yanında Cumhuriyet rejiminin olmazsa olmazlarını yerli yerine oturtmak biraz da otoriteyi gerektirirdi ki o dönemde bu oluşum da olmadı değil. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir liderin varlığı, ulusta oluşturulan ulusal ruh demokrasiye geçişimizi kolaylaştırdı.
İhtilallar her zaman  kendi çocuklarını yer. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Cumhuriyet Rejimine karşı olan aydın, yarı aydın ve bunun yanında kandırılmış o kadar çok insan vardı ki bunları susturmak veya ikna etmek Atatürk gibi bir liderin sayesinde başarılmıştır.
Parasız bir devlet, devleti yönetecek düzeyde..
 Kadrosu olmayan bir yönetim, az zamanda çok işler başarmıştı. Bunun temelinde sağlam inanç ve manevi güven yatıyordu. İnanç, gelenek görenek beraberinde milli birlik ve beraberliği sağladı. Rejime karşı olanların kimisi hayatı ile oynadı, kimisi bu güzelim ülkeyi terk etti; ama rejim kendini korudu.
İkinci Dünya Savaşı, dünya insanını kasıp kavurmaktaydı. Coğrafyada siyasi haritalar değişiyor, kimi devletler yok oluyor veya kimi devletler de yeniden kuruluyordu. Bunun yanında BM gibi kuruluşlar, Kapitalist ülkelerin kurduğu askeri güç “NATO”, diğer taraftan sosyalist ülkelerin kurduğu Varşova Paktı dünya uluslarını ikiye bölmüşlerdi. Türk Devleti usta politikalarla tüm çabalara karşın İkinci Dünya Savaşı içinde yer almamıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “Savaş döneminde halkımıza yoksulluk çektirdik ama çocuklarımızı yetim, kadınlarımızı dul bırakmadık.” Bu yaklaşım zaman zaman siyasal partilerce istismar edilmiş, dönemin iktidarını beceriksizlikle suçlamışlardır.
İşte dünyadaki siyasal değişimler, ülkemizin çok partili yaşama geçiş gereksinimi 1946 ruhu yeni bir partinin kurulmasını hazırlamıştır. CHP’nin içinden çıkan bir kadro, DP adı ile parti kurmuş ve 14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimle iktidara gelmiştir.
Siyasal partiler, toplumun sesidir.  Sınıfları, düşünceleri temsil ederler. Ancak ulusal bağımsızlığımızı, ülke bütünlüğümüzü korumak da yine siyasal partilerin görevidir.
Elbette ki toplumsal zenginliktir partilerin varlığı. Ancak demokrasinin vazgeçilmez öğesi yalnız siyasal partiler değildir. Yargıya, basına, demokratik kuruluşlara kulak vermek ve onlardan gelen eleştirmelere açık olmak yöneticilerin iyi bilmesi gerekir. Çünkü demokrasi hoş görü ister, tahammül ister. Sokak kabadayısı gibi davranmaya, kişileri küçük görmeye, dediğim dedik, çaldığım düdük diyenlere, demokrasi, kapılarını kapatır.
14 Mayıs 1950 ile başlayan çok partili yaşam, umarım daha olgunlaşarak ve kesintiye uğramadan yoluna devam eder. Toplumların kültür düzeylerinin artması, ekonomik yapılarının iyiye gitmesi siyasal kadroların da  o toplumun özüne ayak uydurmalarını gerektirir.
Biraz sabır ve hoşgörü sorunları çözer diye düşünüyorum.
 Ne dersiniz?