Son günlerde hükümetin üst kademesinde şehirlerdeki yüksek yapılaşmanın önüne geçilmesi ve emsal katsayılarının azaltılması için açıklamalar yapılmaktadır. Oysaki ülkede imar işlerini düzenleyen “İmar Kanunu” hala yürürlükte ve bu tür yüksek yapılaşmalara da imar planı ve imar mevzuatı çerçevesinde izin verilebilmektedir.
Biraz kafamız karıştı değil mi? Evet haklısınız. Çünkü yapılan açıklamalar yasal düzenleme yapılmadığı sürece bir temenniden öteye geçmeyecektir. Tıpkı İstanbul’da Sultan Ahmet ve Ayasofya camilerinin sulüetini bozan binalara yönelik yapılan “kırgın” açıklamalar gibi. Şunu özellikle ifade etmek isterim bir yerde tarihi sulüete müdahale olması durumunda devreye kültür varlıkları bölge komisyonlarının girmesi gerekir. Bu noktada mesafelerin hiç önemi yoktur. Tarihi sulüete müdahale varsa olası bütün projelerin Kültür varlıkları bölge komisyonu onayından geçmesi gerekir. Bu husus atlandı mı?....
Turgut Cansever “Osmanlı Şehri” adlı eserinde “Şehir, insanının, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fiziki ürün ve insan hayatını çerçeveleyen bir yapıdır. Şehir; toplumsal hayata, insanlar arasındaki ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği, ilişkilerin en büyük yoğunluk kazandığı yerdir”.
Bu tanımlamaya göre yüksek katlı yapılar fiziki olarak insanları yaklaştırıyor ancak bu yaklaşma sosyal yakınlaşmayı da sağlıyor mu?
Çok katlı yüksek binaların, çeşitli sosyal problemlere neden olduğu düşünülerek pek çok araştırma yapılmıştır. Konut olarak, sosyal yaşam, komşuluk ilişkileri açısından çeşitli aile tipleri için yüksek binaların, olumsuz sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalarda;
Yüksek binalarda yaşayan çocukların, alçak binalarda yaşayanlara göre daha saldırgan, gergin ve iletişim eksikliğine sahip olduğu...
Kişi ve toplumda oluşan bozukluklar, ruh sağlığı, şiddette ve suça yönelme; böyle ortamda yaşayanlarda dayanışma duygusunda azalma, ilişkilerin yüzeyselliği ve güvensizliklerin ortaya çıktığı...
Newman'ın Defensible Space (savunulabilir alanı) kitabında şiddet ve suç eylemleri yüzdesinin yüksek binalarda, az katlı binalara göre daha fazla olduğu ve bina yüksekliği arttıkça suç oranının da yükseklikle paralel bir korelasyon göstererek artmakta olduğu...
Yükseklik arttıkça, tasarım ve planlamada kontrol edebilme unsurunun göz ardı edilmesiyle insansız alanlar yaratılmakta ve asansör, merdiven boşluğu, koridor gibi alanlarda saldırı, soygun, tecavüz olaylarının arttığı, ileri sürülmektedir.
Yapılan tüm açıklamalar ve bilimsel çalışmalara rağmen hala yüksek katlı bina tercih ediliyor olması da ayrı bir muamma...
Son söz, yüksek katlı binalar ihtiyaç mı? Maliyet azaltıcı bir unsur mu? Bir yaşam tarzı oluşturma modeli mi? Marka şehirler için olmazsa olmaz bir husus mu? Yoksa mimsiz medeniyetin kentsel altyapısı mı?  Şehirde yaşayan diğer mülkiyet sahiplerinin haklarına tecavüz mü?.. Sosyal ve kültürel yaşamın varlık nedeni komşuluk ilişkilerini yok etme mi? Ve daha neler neler?...