Bazen düşünürüm Anadolu’dan İstanbul’a gelen en güzel hediye nedir, diye! İnanıyorum ki hepinizin aklında hemen söyleyeceğiniz bir hediye vardır. Bana göre Anadolu’dan İstanbul'a gelen en güzel hediye Trabzonspor'un lig şampiyonluğudur. İstanbul’a 1976 yılında gelen bu hediye İstanbul’da yaşayan Anadolu insanlarını çok sevindirmiştir.
Bir kere düşünmeye başladım ya aklıma gelmez dediğim her şey sahilde gezinir gibi aklımda gezinmeye başladı. Sevinçler, üzüntüler, hatıralar, gençliğim, eski Trabzon ve Trabzonspor... Ne kadar önemli ve değerli insan üretmiş bu topraklar! Trabzon’dan ne zaman yaptıklarıyla Türkiye’nin taktirini kazanan bir değer çıksa onu izlerken içime hatırı sayılır bir kasvet çöker.
Derdini derdimize, sevincini sevincimize katabildiğimiz, kolumuzu boynuna dolayıp bir sevinçte onu omzumuza aldığımız, dibi görünen denizler gibi gözünün içine bakabildiğimiz, yağmurlu günlerden sonra özlemle güneşi bekler gibi beklediğimiz bu değerimizi acaba ne zaman çıkarımıza dokununca onu paramparça yapar, ne zaman yerin dibine sokarız, diye korkar oldum.
Avcılar ava çıkmak için nasıl diz boyu kar bekler. Yelkenli gemiler ilerlemek için hasretle dolgun bir rüzgar bekler. Biz de kendi değerlerimizi yok etmek için avını bekleyen avcı gibi pusuya yatar o günleri bekleriz. Biz bu günleri niçin mi bekleriz? Başarı elde etmiş değerlerimizi nasıl yok ederiz, onları nasıl kötüleriz, fırsat bulup onları nasıl aşağılarız ve o küçük beynimizle onlarla nasıl dalga geçeriz, diye.
Düşünebiliyor musunuz Türkiye futbolunda varlığımızın kabulü için elinden gelen her şeyi yapıyorsun. Üç büyük diye anılan takımların yanına dördüncü büyük olarak Trabzonspor’u yazdırırken her sorunu tırnaklarınla kazıyarak gideriyorsun. Müzemizde bulunan her kupada neredeyse hepsinde emeğin var. Ama mesleğini yapıyor diye hakarete uğruyorsun. Ne güzel değil mi?
Trabzonspor'un en uzun süre formasını giymiş, en uzun kaptanlığını yapmış, en uzun hocalığını yapmış, yaşamıyla örnek olmuş, hiçbir ahlaki sansasyonel olaya karışmamış, içimizde yaşamaya devam etmiş.
İşte bu değeri yok saymak Trabzonspor tarihini yok saymaktır. “çık dışarıya oynayalım” diye tezahürat yapmak o dışarıda oynarken nerede olduğunu bilmemektir.
Dünya futbolunda milli takımı en üst seviyeye getiriyorsun. Dünya üçüncüsü oluyorsun. Kırılmaz denilen rekorları kırıyorsun. Alınmaz denilen maçları alıyorsun. Trabzonspor tarihine kendini altın harflerle yazdırıyorsun. Karadeniz insanını en güzel şekilde temsil ediyorsun. Ama mesleğini yaptın diye zekadan yoksunlar tarafından hakarete uğruyorsun. Ne güzel değil mi?
Tüm dünyada tüm zamanların en iyi elli hocasından biri olarak onurlandırılıyorsun. Süper lig tarihinin gelmiş geçmiş en çok puan toplayan teknik direktörü oluyorsun. Her ortamda cesaretini yitirmeden Trabzonspor’un haksızlığa uğradığı konuları dik duruşunla savunuyorsun. Maç izlemenin dışında Trabzonspor tarihinden habersiz insanlar tarafından mesleğini yaptın diye akıllarınca alaya alınıyorsun. Ne güzel değil mi?
Yok arkadaşım, kazın ayağı öyle değil! Öyle ortalığı kuru gürültüye bırakmak, gerçek tarihini bilen Trabzonspor taraftarına yakışmaz. Bütün Trabzonsporluların Trabzonspor’a ve tarihine emek vermişleri sevip saymaları bir borçtur. Hele Trabzonspor’da tarih yazmış, şehri sevince boğmuş, Türk futboluna Trabzonspor'un ne olduğunu mücadeleyle kabul ettirmiş sporculara nerede rastlarsak ellerini öpüp başımıza koymalıyız.
Yüzde yüz yerli olanı sevmek, saymak, sevdirmek, saydırmak, sahip çıkmak Trabzon taraftarları için bir borçtur. Trabzonspor gerçeği ve Türk futbolunda doğuşu da budur.