Birinci Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayıp 11 Kasım 1918 tarihinde sona ermiştir. 29-30 Ekim 1914 gecesi Osmanlı donanmasına mensup harp gemileri Ruslara ait Karadeniz’deki Odessa ve Sivastopol'ü bombalayınca, Rusya ile müttefikleri olan İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ne savaş ilân ettiler. Rusların bundan sonra Osmanlı topraklarına ilk saldırdıkları Kafkas Cephesinde 22 Aralık 1914-22 Ocak 1915 arasında Sarıkamış faciası yaşanmıştır. Olayın etkisiyle Doğu Karadeniz’de; 13 Ocak 1915’te Batum, 28 Şubat’ta Hopa, 8 Mart’ta Rize, 27 Mart’ta Artvin işgal altına girmiştir. Sahil kesimindeki Türk savunması, Artvin ve Rize’nin Rus işgaline düşmesinden sonra Trabzon’daki vadilerde, Rus donanmasının atış menzili ve tesiri dışında kalan iç kesimlerde devam etmiştir. Trabzon sınırları içerisindeki en önemli ve sivillerin de yoğun olarak yer aldığı ilk savunma Of’un Baltacı ve Solaklı vadilerinde, daha sonra Araklı Karadere vadisinde ve Akçaabat-Tonya-Vakfıkebir hattında gerçekleşmiştir. Fakat Trabzon’daki tüm direnişe rağmen 26 Mart’ta Of, 28 Mart’ta Sürmene, 15 Nisan’da Araklı, 18 Nisan 1916’da Trabzon, 21 Temmuz 1916’da Vakfıkebir gibi sahil yerleşimleri Rus işgaline girmiştir. Özellikle Bayburt’un Rus işgaline düşmesiyle birlikte Trabzon tamamen tahliye edilmiştir.
TRABZON’UN ACI GÜNLERİ
Trabzon’a yönelik olarak denizden ve karadan Rus saldırılarının artması ve Rusların 15 Nisan'da Araklı'yı geçmesi nedeniyle 15/16 Nisan 1916 tarihinde Trabzon Müslümanlarının çoğunluğu tahliye edilmiştir. Şehirde çoğunlukla Rumlar ve Ermeniler kalmıştır. Ruslar Trabzon’a girmeden önce Trabzon Asker Hastanesi’ndeki cerrahi ve tıbbi malzemenin büyük bölümü ile eşya, Görele ve Tirebolu’ya kaçırılmış, nakli imkansız 82 hasta ve yaralı, yerli 2 Rum doktorun bakım ve tedavisine bırakılmıştır. Trabzon’un kara günü olarak bilinen 18 Nisan 1916 tarihinde sabah saatlerinde Rus Komutanı Lyakhov’un Şana’daki karargahına gelen bir Rum heyeti, şehrin Türklerce boşaltıldığını bildirerek Rusları şehre davet etmiştir. Heyet, fazla tahribat olmaması için Rus General Liyakhov’dan Rus ordusunun kenti topa tutmaması ricasında bulunmuştur. Görüşmeler sonucunda Trabzon’a sadece Rus 5. Kafkas Hudut Piyade Alayı girmiş, Ruslar ana kuvvetlerini şehre sokmayarak batı ve güney istikametinde toplamışlardır. Trabzon’dan batıya çekilen Türk kuvvetleri ise Akçaabat Söğütlü (Kalanima)’de yeni bir savunma hattı oluşturmaya çalışmıştır.
Rus General Yudenich, Batum’dan bindiği bir torpido ile Trabzon önlerine gelmiş, sabah saatlerinde General Liyahof Trabzon’a girmiştir. Metropolit ve papazlar, Rus askerlerini çiçeklerle karşılamıştır. Bu sıralarda Trabzon Rumları, Rus ordusunun Trabzon’a girişi sırasında hazırlamış oldukları büyük bir Türk bayrağını çiğnenmesi için bugünkü Taksim Caddesi’nin olduğu yere sermişler ancak Rus ordusu kumandanı Viladimir Liyahof, askerlerine bayrağın yerden kaldırılmasını emretmiştir. Rus kumanda heyeti kiliseye giderek buradaki ayine katılmıştır. Rus İşgal Kuvvetleri Generali Şvartz, işgalden hemen sonra Rusça, Türkçe ve Rumca bildiri yayınlayarak, Trabzon’da Rus kanunlarının uygulanacağını ve bu kanunlara karşı gelenlerin cezalandırılacaklarını ilan etmiştir. Bundan sonra, daha önceden Türkler tarafından camiye çevrilmiş kiliselerde namaz kılınması yasaklanmış ve bu binalar Rumlara verilmiştir. Trabzon Belediyesi idaresi de Rumlara verilmiş ve Belediye Başkanlığı görevini Metropolit Hrisanthos üstlenmiştir. Metropolit Hrisanthos, Trabzon’un işgali esnasında, başta kendisine olmak üzere Rumlara gösterdiği ilgiden dolayı Rus Çarına teşekkür etmiştir.
23 Nisan 1916 tarihinde Trabzon şehir merkezi, Rus kuvvetleri tarafından fiilen işgal edilmiştir. Trabzon’un işgalinin ilk günlerindeki kargaşalıktan sonra sahipsiz kalan Müslümanlara ait eşya ve emvâl-i metruke, çoğu Rum ileri gelenlerinden oluşan belediye meclisince derlenmiş ve toplanmıştır. Daha sonra bu eşya ve mallar nakde çevrilerek bedelleri sözde belediye sandığına aktarılmış, gerçekte ise Rum ileri gelenleriyle, işgale taraftarların zimmetine geçirilmiştir. Bu grup arasında vaktiyle Osmanlı taraftarı olarak tanınan Foster, Yorgi ve Avukat Nikolaki Orfanidi gibi şahıslar da bulunmuştur. Öte yandan; işgal günlerinde Trabzon’u terk etmek zorunda kalan Müslümanların eşyalarını yağmalayanlar arasında Rum papazlarına rastlanmıştır. Türklerin Trabzon’u terk etmesinden sonra iki gün boyunca şehir yağmalanmış, bu yağmaya daha sonra Rus denizcileri de katılmıştır. Buna rağmen Rum asıllı Avukat Sokrati, Matbaacı Serasi Efendilerle diğer bazı kimseler ise Türk ve Müslümanların gıyabında insanca ve vicdanlı hareketleriyle temayüz etmişlerdir. Sokrati Efendi, Belediye Meclisinde Müslümanların mallarına ve eşyasına yapılan haksızlıkları kınamıştır. Rusların Trabzon'a iyice yerleşmeye başlamasıyla Trabzon Uzunsokak'ta yer alan ve günümüzde müze olan Banker Aleksi Kostaki’ye ait konak, Rus karargahı yapılmıştır.
TRABZON'UN KAYBOLAN ÇOCUKLARI
Trabzon ve civarındaki işgal ve muhacirlik acılarını en iyi tespit edenlerden biri, tarihçi Ahmet Refik (Altınay)'tir. Ahmet Refik Bey, işgal acılarını incelemek üzere Cemal Paşa öncülüğündeki bir heyetle Trabzon'a gelmiştir. Ahmet Refik'in gözlemleri sırasında tespit ettiği acılardan biri de savaş yıllarında kaybolan Müslüman çocuklara aittir. Savaş ve muhacirlikte çok sayıdaki Müslüman çocuk ya ölmüş ya da kaybolarak büyük bir toplumsal drama konu olmuşlardır. Ahmet Refik, incelemeleri sırasında, Gümüşhane/Torul'da rastladığı Tonyalı Osman'ın dramı üzerinden savaş süresince kaybolan Trabzonlu çocuklara dair duygu yüklü tasvirler yapmıştır:
"Ardasa’da (Torul) bir akşam, dükkanların önünde dolaşıyordum. Dükkanların önü arabalarla doluydu. Birdenbire karşıma bir çocuk çıktı. Henüz sekiz yaşındaydı. Başında beyaz, eski bir keçe külah, arkasında mavi yamalı bir mintan, bacağında kirli bir şalvar, ayağında eskimiş bir çarık, sarışın, topuz, mavi gözlü bir oğlandı. Yanıma yaklaştı, utangaç gözlerini dikerek, parmağını ağzına götürdü, masum ve öksüz bir sesle sordu: “Burada muhacirlere ekmek veriyorlarmış”. Birdenbire anlayamadım. Tekrar sordum. Kaymakam Bey, biraz ilerde aç ve sefil göçmenlerle meşgul oluyordu. Bunlar, Rus işgali, Ermeni mezalimi üzerine vatanlarını terk eden, bir kaç sene Anadolu’nun ücra köşelerinde sefalet içinde yaşadıktan sonra, evlerine barklarına dönen Türklerdi. Çocuğu, Kaymakam Bey’in yanına götürdüm. Sordu. Bir dakika içinde etrafımız köylülerle dolmuştu. Çocukla konuştuğumuzu gören köylüler kahvehaneden birer birer çıkıyorlar, garip ve tecessüslü tavırlarıyla bizi dinliyorlardı. İçlerinden biri derhal söze karışarak çocuğa sordu: “Oğlum sen hangi köydensin, adın ne?” Çocuk durmadan çarığı ile toprağı kazıyor, parmağı ağzında, öne doğru eğilen gözlerini yukarı kaldırmış, korka korka ve düşünerek cevap veriyordu: “Adım mı? Osman. Haşılya’danım”. İçlerinden biri çocuğu tanıdı: “Tonyalı Ahmed’in oğlu…” dedi.
Çocuk önüne bakıyor, kalabalıktan adeta ürküyordu. Gözlerini yere dikmiş, sorulan sorulara sakin cevap veriyordu. Zavallı çocuk, iki senedir anasını babasını görmemişti. İki senedir, öksüz, kimsesiz, ufacık boyu, masum kalbiyle Giresun’da kahve köşelerinde yatmış, aç kalmış, tahammül etmiş, merhamet görmüş, yaşamıştı. Artık o, anasını babasını ölmüş, kendisini kimsesiz biliyordu. Köyünün yanı başına gelmiş de haberi bile yoktu. Karnı açtı. Bir lokma ekmek bulmak istemişti. Göçmenlere ekmek verildiğini kimden duymuşsa, hiç tanımadığı, bilmediği beni bulmuş, bükük boynuyla ekmek istemeye gelmişti. Köylülerden biri ona ilerledi ve “Oğlum senin anan, baban sağ” dedi. Allah! Osman’ın kirli yüzü kıpkırmızı kesildi. Yerlere bakan mavi gözleri birdenbire karardı. Küçücük kirler içindeki elleri asabi bir heyecanla gözlerine yapıştı. Kalbinin en derin köşesinden gelen bir ağlayış ve inilti başladı, zavallı Osman, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözlerinden dökülen, küçük parmaklarından sızan yaşlar, kirli yüzünde beyaz izler bırakarak akıyordu. Dağlar kararıyordu. Ben ve beş köylü bir yangın harabesi ortasında, anasına, babasına kavuşmuş bir masumun acı gözyaşları karşısında dilhun oluyorduk".
1915 KALANİMA FACİASI
1914-1916 arasında Trabzon sahillerine Ruslar tarafından dökülen mayınların Çanakkale müdafaasında kullanılmak üzere İstanbul Bahriye Komutanlığı emrine sevk edilmesinin istendiği sıralarda Akçaabat Kalanima (Söğütlü’de) bir torpil patlaması meydana gelmiştir. 10 Ocak 1915 Pazartesi günü sahile çekilen bir torpil, torpil memuru tarafından yapılan kızağa bindirilmekte iken müthiş bir gürültü ve sarsıntı ile sahilin kumluğu üzerinde infilak etmiştir. Olay yerinden bir kara duman yükselmiştir. Bir yığın yanmış, kömürleşmiş, paramparça olmuş insan cesedi yerlere serilmiş, yanan elbiselerin dumanı yine yanan cesetlerin kokularıyla karışmıştır. Dürbinar Mahallesi’yle Kalanima Köyü’nden (Söğütlü) ekserisi kadın ve çocuk olmak üzere 82 vatandaş can vermiştir. Kalanima'daki şehid sayısı için merhum Muzaffer Lermioğlu Akçaabat Tarihi adlı kitabında 82 kişi derken, konuyla ilgili Zehra Topal’ın Sargana'dan İşgale Akçaabat başlıklı çalışmasındaki bir arşiv belgesine göre ise bu sayı 42 ölü, 17 yaralı olmak üzere toplam 59 kişidir. Kalanima'da şehid düşen sivillerle ilgili arşiv belgelerindeki isim listesine bakıldığında, şehidlerin 5'i İslam kadını, diğerleri erkektir. Şehidlerin büyük kısmının çocuk olduğu görülür. Şehidlerden 28'i 18 yaşın altında olup, 28 çocuğun 3'ü 8, 1'i ise 4 yaşındadır. Bu çocuklar yüksek ihtimalle annelerinden başka kimseleri olmayan çocuklardır. Olayda can verenlerden ikisi ise gayrimüslimdir. Kalanima’daki bu ağır olaya rağmen Trabzon’da Milli Müdafaa emrine alınan Pulathane motörü, Trabzon sahillerinden sivil halkın katkılarıyla toplanan Ruslara ait mayınları ve torpilleri Çanakkale cephesine nakletmeye devam etmiştir. Rus işgalcilerin Karadeniz sahillerini ve İstanbul Boğazı girişini abluka altına aldığı yıllarda iki üç seferle Çanakkale’ye taşınan bu mayınların bir kısmı, boğazın işgalcilere karşı mayınlanmasında etkili olmuştur.
MUHACİRLİK ACILARI
Rusların Rize tarafından yaklaşan işgal kuvvetleri ve Türk birliklerine denizden bomba yağdıran Rus donanması karşısında gerileyen Türk birlikleri dolayısıyla, Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey'in talimatlarıyla tamamen hareketlenen Trabzon ve civarındaki halkın çoğunluğu, Rus'un etkisinde yaşamaktansa muhacerete başlamıştır. 1916 yılı Şubat ayının karlı, tipili soğukları, köprüsüz derelerin soğuk suları muhacir kalabalığa pek zor cefalar çektirirken Rus gemileri de ayrıca salvo atışı yaparak onları büsbütün yok etmeye uğraşmıştır. Hele başlarında erkekleri olmayan şehit veya gazi ailelerinin yürümekten bitkin hale gelmiş olan dudakları soğuktan mosmor olmuş titreyen küçük çocukların masum halleri, yürekleri parçalayacak bir manzara teşkil etmiştir. Açlık, yorgunluk ve can yakıcı soğuklar içinde derelerin sularına, çamurlara bata çıka ilerleyen bu cefalı yolcular, Harşit Deresi’ni geçmeye çalışmışlardır. O sıralarda bu derenin köprüsünün olmayışı nedeniyle halk “Kelek” denilen bir kayıkta dereyi geçmek zorunda kalmıştır. Yeni gelen göçmenler yığıldıkça yığılmış, derenin vadisi mahşere dönmüştür. Keleklere binenlerin bazen sayıları artmış, kelekler alabora olmuş, kadın, erkek, çoluk çocuk bu acı manzarayı görünce imdat feryatları göklere yükselmiştir. Kelekle dereyi geçmek ümidini taşımayanların cesur olanları yüzerek karşı tarafa varabilmiş, atlı olanlar da bu şekilde karşı tarafa varmışlarsa da aralarında suya gömülüp gözden kaybolanlar da olmuştur.
Trabzonlular çileyi sadece muhacirlik sırasında yaşamamıştır. Aslında muhacirliğin gidişi gibi dönüşü de ağır bir çile olmuştur. Bu ağır göçe katlanan muhacirler arasındaki ölüm oranı veya Trabzon’a dönememe o kadar fazla idi ki Trabzon’dan 20 kişi olarak çıkmış olan bir aileden Trabzon’a ancak 5-6 kişi dönebilmiştir. Trabzon’a varabilen muhacirlerin çoğunun durumu da içler acısıdır. Hilali Ahmer (Kızılay)’in Trabzon İmdat Heyeti Başkanı Yusuf Behçet Bey’in açıklamalarına göre: “Daha rıhtıma ayak basar basmaz Gümrüğün önünde paçavralara sarılmış binlerce kadın ve çocuğun, vapurdan boşaltılan çuvallardan dökülen hububat tanelerini toplamaya çalıştıkları görülmüştü. Büyük kısmı Gümüşhane, Bayburt, Kelkit ve Şiran havalisinden göç etmiş on binlerce muhacir, aç ve sefil bir halde sokaklarda yatmaktaydı. Bunların bir kısmı hayvan pisliklerindeki arpa tanelerini toplamaktaydı. Dört yıl süren savaş, halkta giyecek elbise de bırakmamıştı. Bir kısım muhacirler tamamen çıplak olduklarından, Trabzon dışında hendeklerde barınıyor, dışarı çıkamıyorlardı. Tirebolu’dan Trabzon’a kadar uzanan Görele, Akçaabat ve Vakfıkebir mıntıkasında sıtma büyük tahribat yapmakta, sıtmasız köye adeta hiç rastlanmamaktaydı. 1918 yılında Trabzon’da başlayan İspanyol Nezlesi sebebiyle de büyük can kaybı yaşanacak, muhacirlikten dönenlerin üçte biri ölecektir. Salgında sadece Akçaabat'ta 5000 kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Aynı yıl, muhacirlikten dönenlerin getirdiği frengi salgını da başlayacaktır. Şehrin ve Trabzonlunun o ağır yaşamı bu menfiliklerle sınırlı değildi elbette.
Ruslarla yapılan mütareke sonrasında Trabzon’a gelen Türk heyetin izlenimlerinde facialara rastlıyorsunuz. Bu heyet içinde bulunan edebiyatçımız Ruşen Eşref Ünaydın Bey de işgal yıllarına dair çok anlamlı tespitler yapmıştır. Ona göre; "Şehrin en acıklı safhası Rusların çekilme zamanına tesadüf ediyor. Bir gün içinde çeteler ve yerli Hıristiyanlar yüz kişiyi kesmişler. Rus idaresinde Trabzon müftülüğü etmiş bir Hoca Efendi bana ne kadar dilhıraş vak’alar nakletti. Şehrin bitişiğinde Kavak Meydanı’nda, Sultani’den az ötede eski bir Ayasofya Camii vardı ki Ruslar orasını ahır yapmış. İşte çeteler birçok Müslümanı oraya kapamışlar ve tatbik etmedikleri kötülük kalmamış; başından, kollarından ve ayaklarından çivilerle diri diri put şeklinde duvara çaktıkları insanlar, kafataslarını sopalarla patlatıp, beyinlerini elleriyle kopardıkları adamlar, gözlerini oyup değneklerini o oyuklarda bıraktıkları mazlumlar…" Detay içeren bu ifadelere rağmen Ünaydın, her şeyi anlatamadığını da itiraf eder ve şöyle der; "Ben, Trabzon’da gördüğüm bütün şeyleri size ancak o köylüler gibi yarım yamalak anlatabiliyorum. Sözlerimin ne heyecanı, ne rengi var. Onu, polis müdürünün tahkikatına ait raporları neşredilirse, sinemalar ve fotoğraflar gözünüzün önüne korsa o zaman daha iyi anlayacaksınız.”
24 ŞUBAT'IN RUHU
Trabzon şehir merkezi 18 Nisan 1916’da Ruslarca işgal edilmiş, 24 Şubat 1918’de Türk 37. Tümen kuvvetlerince geri alınmıştır. Aslında Trabzon için 24 Şubat 1918 tarihi; 1914-1918 döneminde yaşanan acılardan, ıstıraptan, eziyetten, ölümlerden, katliamlardan, esaretten, yerini yurdun terk etmenin adı olan muhacirlikten ve tüm bunlardan mütevellit ağır toplumsal travmalardan kurtuluşun adıdır. Rus işgali nedeniyle toprağını terk eden 300 bin Trabzonlu muhacirden ancak 30 bininin geri döndüğü, Rus donanmasının ağır bombardımanlarında binlerce Trabzon insanın kaybedildiği, Trabzon'un Rus, Ermeni ve Rum kuvvetlerince baştan sona talan edildiği, esir edilen Trabzonluların Rus esir kamplarında yıllarca bekletildiği felaketlerden kurtuluştur. 24 Şubat, binlerce Trabzonlu kadının, yaşlının ve çocuğun kaybolduğu bir kaostan kurtuluştur. Bu nedenlerle 24 Şubat, muhaceretten dönen binlerce Trabzonlu muhacirin hasretle Trabzon toprağını öptüğü ve gözyaşı döktüğü bir olayın adıdır. 24 Şubat olayı iyi incelendiğinde Trabzon’un 24 Şubat 1918’de ne büyük bir sıkıntıdan kurtulduğu anlaşılır.
TRABZON’A BİR ASKERİ MÜZE GEREKİYOR
Trabzon’da 1914-1918 arasında yaşanan ağır işgal ve yıkımları unutmamak, bunu her daim toplumsal bilinçte canlı tutmak gerekiyor. Bu açıdan toplumsal hafızanın güçlü tutulduğu ve kuşaktan kuşağa aktarıldığı önemli kuruluşlardan biri de müzelerdir. Fakat yaşadığı harp olaylarına, işgallere, kurtuluş destanlarına, askeri stratejik konumuna, binlerce şehidi ve gazisine, vaktiyle sahip olduğu askeri okuluna, Türk askeri sistemine yetiştirdiği çok sayıda mühim askeri şahsiyetine, kurumsal tesirleri yüksek askeri birimlerine rağmen ne hikmetse Trabzon’da bir askeri müze yoktur. Bunun sebeplerini araştırmak çok elzemdir lakin sebeple uğraşırken sonuçtan kopmamak da lazım gelir.
Esasen Trabzon’da Cephanelik dediğimiz yapı ve çevresi bir askeri müze için biçilmiş kaftan iken, burada bir askeri müzenin yapılması gerekliliğinin idrak edilememesi sebebiyle bu yapı yakın zamanlarda bir düğün salonuna dönüştürülmüştür. Bununla birlikte Trabzon’daki askeri tesislerden birinin arazisi muhtemel bir askeri müze için değerlendirilmelidir. Peki böylesi önemli bir müzede neler yer almalıdır. Evvela Trabzon’un fethine dair tüm anlamlı tarihi ürünler burada yer bulmalıdır. Trabzon’a yönelik 1830’daki Akçaabat Sargana müdafaasına dair bir ifade müzede sergilenmelidir. Yemen Harbi’ne katılan Trabzon Redif Alayları ile Balkan Harplerindeki 87. Alay ve Trabzon Gönüllüleri müzede yer bulmalıdır. 1915’deki Kalanima faciasına müzede yer verilmelidir. Pulathane Motörünün benzeri burada inşa edilmelidir. 1914-1916 arasında Trabzon limanına çıkarılan askeri malzemenin halk tarafından III. Ordu’ya yetiştirilmek üzere Zigana’ya kadar nasıl nakledildiği müzede işlenmelidir. Muhacirlik olayı ve acıları askeri müzede yer bulmalıdır. Of Baltacı, Araklı Karadere, Akçaabat-Tonya-Vakfıkebir yörelerindeki milis müdafası müzede ifade edilmelidir. İşgal yıllarında Trabzon’da kullanılan tüm eski silah ve cephaneye müzede yer verilmelidir. Trabzon’u işgalden kurtaran 37. Kafkas Tümeni müzede yer bulmalıdır. Trabzonlu askerlerin özel eşyaları, fotoğraf albümleri, kütüphaneleri, evrakları müsaade ile alınarak müzede sergilenmelidir. Trabzon’da üretilen silah ve cephane ile silah ustalarına ait üretim malzemelerine müzede yer açılmalıdır. Trabzon Askeri Rüştiyesine dair tüm belge ve bilgiler burada sergilenmelidir. Trabzon Asker Hastanesine dair bilgi ve belgelere müzede yer verilmelidir. Trabzon’da görev yapan ünlü askerlere müzede yer açılmalıdır. Milli Mücadele’de memleket savunmasında rol alan Müdafaa-i Hukukçu ve Kuva-yı Milliyeci Trabzonlular müzede yer bulmalıdır. İstiklal Harbi’nde silah ve cephane taşıyan Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Kumandanlığı ve Trabzonlu takacılar müzede ifade edilmelidir. İstiklal Harbi’ne katılan Trabzon 3. Kafkas Tümeni müzede yer bulmalıdır. Harplerde kahramanlaşan Trabzonlu şehid ve gazilere müzede yer verilmelidir. İşgal yıllarına ait arşiv belgeleri ve gazete küpürleri müzede sergilenmelidir. Müze içerisinde bir askeri tarih kütüphanesi meydana getirilmelidir. Trabzon’daki tarihi askeri evrak burada tasnif edilmeli ve araştırmacıların istifadesine sunulmalıdır. Trabzon ve yöresindeki harp şiirleri, maniler, destanlar ve türküler müzede sergilenmelidir. Hem arşiv hem de kütüphane, müzeye dinamik ve akademik bir hava katacaktır. Trabzon’da bu ve benzeri malzemelerle donatılacak bir askeri müze, hem Trabzon’a derin bir hafıza olacak hem Trabzon’u Türkiye’de önemli bir yere taşıyacak ve hem de diğer illerimize emsal olacaktır. Bahsettiğimiz muhtemel işle ilgili bir diğer önemli husus ise, muhtemel müzeye dair iş ve işlemlerin yapılması sırasında bahsedilen konunun evvela iyi bilenlere ve bu işe kafa yoranlara danışılarak hareket edilmesidir.