Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek / Ağaç dik, on yıl sonra ise tasarladığın / Ama yüzyıl sonra ise düşündüğün, halkı eğit. / Bir kez ürün verir ekersen tohum, / Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir. / Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı. / Balık verirsen bir kez doyurursun halkı. / Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.
Yukarıdaki dizeleri, İ.Ö. bin yıllarında söylemiş Çin Ozanı Kuan-Tzu. Uzun Soluklu Ozan'ın şiiri yüzyılları aşarak ve nice sınırları geçerek gelmiş bugüne. Ozan o kadar net ve doğru söylemiş ki uyarıları bugün de aynen geçerli. Çünkü halk yararına yapılan her iş, halk yararına söylenen her söz asırlar geçse de değerini korur.
Öyle ya halkını üretim toplumu yapmayacaksın, en kötüsü tüketim toplumu yaratacaksın, ona iyilik olsun diye iftar çadırları kurup yemek yedireceksin. Ben bu davranışı ve uygulamayı onur kırıcı buluyorum. Tanrı katına yardım, gizli yapılırsa makbuldür. İşte Kuan-Tzu bu tür yaklaşımları eleştiriyor şiirinde.
Günlük politikalarla ve gününü gün eden anlayışlarla ülkelerin kalkınamayacağını dile getiriyor ozan. Halkın önüne birkaç kilo şeker, birkaç torba kömür veya un koyarak susmasını sağlamaya karşı çıkıyor Tzu. Halkı bilinçlendirmeyi ve üreten toplum istiyor. İftar çadırlarında değil, kendi emeği ile kazanarak kendisinin, çoluk çocuğunun karnını doyurmasını öneriyor. Çünkü emeğe saygı duyuyor.
Her zaman deriz ya,"Eğitim üretim içindir" diye. Ayriyeten bir insanı; duyguca, davranışça, görgüce biçimlendirme işidir. Eğitim, yeni alışkanlıkların biçimlenmesine, bir dünya görüşünün oluşmasına katkıda bulunma işidir de. Onun için üretime dönük eğitim hem kalıcı olur, hem de Kuan-Tzu'nun dediği gibi, yüz yılları, bin yılları hedef alarak ulusları uzaklara taşımış oluruz.
Eğitim, bireyi çağın koşullarına göre şekillendirmektir. Çağ hızla ilerlerken ve çağdaş uluslar bu hızla yarışırken, verilen ezbere eğitim, geri kalmış ülkeleri daha da geriye itiyor. Okullarda verilen diplomalar, uzmanlık belgeleri, kişiyi ileriye götüren ve ulusunu çağdaşlaştıran olursa güzeldir ve yararlıdır. Gerek yaygın, gerekse örgün eğitimde amaç kişinin doğru bilgilerle yetiştirilmesi ve önüne çıkacak sorunları kendi çabası ile aşmasını becermesini sağlamaktır. Aksi halde bireyin geçmiş yıllarına yazık olur.
Eğitim, kişiye kültür vermeli ve onun yeteneklerini ortaya çıkarmalıdır. Eğitimcinin temel görevi de sınıfındaki ve toplumdaki yetenekli kişilere, yeteneğini söylemesidir. Sınıfında iyi matematik anlatmak, hastasına teşhis koymak, bir binanın yapımında matematiksel hesaplar yapmak o kişinin bilgisini ölçer.
Ancak kültür bilgiden farklı bir şeydir. Kişi bilgisini toplumuna yönlendirebiliyorsa, kişiler arasında birlik beraberlik sağlayabiliyorsa, yeteneklerine ve bilgisini toplumla bütünleştirebiliyorsa o kişi kültürlüdür.
Birçoğumuz kendi yeteneğimizin farkında değiliz. İşte, verilen eğitim ve eğitimi veren kişinin temel amacı yetenekleri ortaya çıkarmaktır. Bana göre yeteneksiz insan yoktur. Kimisi zanaat üzerine, kimisi sanat veya bedensel yönden yeteneklidir. İşte halka yönelik eğitimin temel amacı bu yetenekleri bulup çıkarmak olmalı ve yeteneği doğrultusunda eğitim vermelidir.
İyi eğitilmiş insan bireyci olamaz. “Ben kendi çıkarımı düşünürüm!” diyen bir insandan ileriye dönük güzellikler bekleyemezsiniz. O zaman yapılması gereken, eğitimi geniş alanlara yaymak ve azınlığın çıkarları doğrultusunda eğitimden kaçınmak gerekir. O zaman aydınla halk arasındaki uçurum kapanmış olur. Çünkü eğitim, tarihsel gelişim içinde toplumu ileriye götüren görevi üstlenmiştir. Geniş halk kitleleri , “Ben de insanım, benim de ülkeme yapacaklarım var. Ben de üretmeliyim ben de insanca yaşamalıyım.” deme duygusu taşıma bilinci almamışsa eğitim temel işlevini yapamamıştır demektir.
Görülüyor ki her şeyin temeli eğitimdir. O zaman okur – yazar sorununu çözmek, üretken eğitim vermek, eğitimin uygulanabilirliğini sağlamak temel görev olmalıdır. O zaman balık verenle balık tutan bir birinden ayrılacaktır. Kuan-Tzu, yüzyıllar öteden balık tutmasını öğretin demiş. Ne yazık ki çağımızda balık göllerimizde ve denizlerimizde kalmadı ki. İşte bugünün insanına önce balık üretmesini, sonra balık tutmasını öğretmeliyiz.
Zaman geçiyor atı alan Üsküdar’ı geçti bile. Biz olumsuzluklardan kendimizi kurtaramıyoruz. Bir iktidarın yaptığını diğeri bozuyor. Mehter yürüyüşü gibi iki adım ileri bir adım geri gidiyoruz. Geleneklere, yasalara değil kendi kafamızın arkasında oluşturduğumuz biçimle ülkeyi yönetmeye kalkışıyoruz.
Unutmayalım ki “Mahkeme kadıya mülk değildir.” Makamlar gelip geçicidir. Ancak üretilen hizmetler kalıcıdır. İşte gelecekte olumlu anılmak istiyorsak çağın gidişine ayak uydurmak zorundayız.
Ne güzel söylemiş Çin ozanı Kuan –Tzu; ama kim dinliyor ki onu?