Özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinden beri yarış atı gibi koştururuz çocuklarımızı, gençlerimizi. Çocuklarımız, ilkokul 4. Sınıfa geçtiklerinde artık çocukluklarını unuturlardı ve unuturlar. O yaştaki bir çocuğun eğitimi ve öğrenimi oyuna dayalı olması gerekirken karşılarına dört seçenekli test çıkıyor. Bilirse zeki, başarılı; bilmezse aptal ve tembel. Ortalama on yaşında başlayan bu maraton 17-18 yaşına kadar sürüp gidiyor.
 Bu yöntem devlet açısından, politikacı açısından kolay olanıdır. Çünkü doğudaki bir kasaba okulunda okuyan öğrenci ile, büyük illerde seçilmiş öğretmenlerin elinde eğitilen ve donanımlı bir okuldaki öğrenci aynı soruları yanıtlama zorunda bırakılıyor.
 Eğitimde normal sınavlar yapılırken bile sorular sınıf seviyesine göre sorulurken, üniversite sınavlarında soruların tümü aynı. Bölge farki, müfredat farkı, ekonomik ve doğa koşulları farkı aranmadan sorular hazırlanıyor ve gençlerin önüne konuluyor.
  Fen Lisesi , Anadolu Lisesi, Meslek Lisesi öğrencileri aynı soruları aynı zaman içerisinde yanıtlamak zorunda kalıyorlar. Biz de bu sınavı içimize sindiriyor ve “Ne yapalım az puan aldı,” diye kendimizi rahatlatıyoruz. Biz derken yanlış anlaşılmasın sorumlu kişilerden söz ediyorum.
 Bu hafta lisans sınavları yapıldı ve bitti. Belirli zaman diliminde çok soruyu doğru yapan kazanacak yapamayan bir dahaki bahara kalacak. Göreceğiz, dökülenler ya meslek lisesi veya düz lise öğrencileri olacak. Kazananların birinci sırasını fen liseleri, ikinci sırayı ise belirli Anadolu liseleri alacak.
 Plansız, programsız bir eğitimden planlı bir sonuç beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Ben kırk bir yıl eğitimin içinde bulundum. Umutla sistemin düzeleceğini bekledim. On yıldır da emekliyim ama işim gereği aynı duyarlılığımı devam ettiriyorum. Sonuç? Bir arpa boyu ilerleme yok, hatta kaş yaparken göz çıkarıldı. İşin ilginci bu göz bile bile çıkarıldı. Sekiz yıllık eğitim tam oturmuşken gelen iktidar iş olsun diye 4+4+4 sistemini getirdi. Kitaplar mı değişti, okullar mı farklılaştı, eğitimin temelini oluşturan öğretmen kadrosunun eğitilmesinde bir fark mı oluşturuldu? Eski tas eski hamam. Oluşturulan tek şey var ki o da eğitimi millilikten çıkarıp partileştirmek oldu.
 İkinci basamak sınavını hak eden öğrenci sayısı ile açıklanan kontenjanlara baktığımızda dışarıda kalacak öğrenci yok gibi. İlk bakışta sevindirici bir tablo. İrdelediğin zaman hiç de sevindirici değil. Bir kere işsizlik oranında başta üniversite mezunları geliyor. İş bulamayan ve torpili olmayan üniversite mezunu gençlerimiz, fırınlarda hamur yoğuruyor. Kahvelerde garsonluk yapıyor. Ya da babasının, anasının vereceği harçlıkla sokaklarda aylak aylak dolaşıyor. Çünkü plansız programsız ve günlük eğitimden bundan başkası beklenemez ki?
 Artık gençler, üniversite olsun da neresi olursa olsun dememeyi öğrendiler. KPSS  kadrolarının yarattığı hayal kırıklığı bu gidişin tuzu biberi oluyor. Yıllarca sınav açılmayan bölümler var. Bugün Öğretmenlik ve sağlık dışındaki kadrolar sanki dondurulmuş gibi.
 Eğittiğimiz gençler, sınıfta karatahta başındaki nazari bilgilerle kısaca sınıf geçmek için ezberlediği yalın bilgilerle  okulunu bitiriyor. Bir Ziraat  Mühendisi kendi dalının bitkilerini, hastalıklarını tanımıyor.Bir  inşaat  mühendisi,bir mimar iklim koşullarını, doğa yapısını esas alarak ; kendi yeteneği ve bilgisiyle binalar yapamıyorsa bunun suçlusu o mühendis,mimar  değil ; yanlış eğitim sistemidir. Çok üniversite açmak yeterli değildir. O üniversiteleri akademik yönden donatmak önemlidir.  Unutmayalım ki bir ülkede eğitim ön koşuldur.