Ara Güler'in fotoğraflarında oyuncağın başrolde olduğu eser 'tabanca ve ekmek' adını taşır. Sanatçının Ankara Kaleiçi'nde çektiği fotoğrafta üç ekmeği kucaklamış bir kız çocuğunun önünde oyuncak tabancasını ağzına sokan bir erkek çocuğu görülür. Bu fotoğrafı çekmek için Güler'in deklanşöre bastığı yıl 1970'dir. O yıl ben de, fotoğraftaki erkek çocuğuyla aynı yaşlardaydım. Belki de bu yüzden merak etmişimdir hep, o çocuk şimdi ne yapıyor, diye? Tabanca hayatında çocukluk oyuncağı olarak mı kaldı, yoksa!?.. İstanbul çocuğu Ara Güler, fotoğraf hasadına en güzel eserleri kattığı kentinde oyuncaklı bir çocuk fotoğrafı çekmez mi, elbette çeker!? 1957 'de sessiz bir şahin gibi Zeyrek'te gezinen sanatçının fotoğraf makinesine eski mezar taşları arasındaki bir kız çocuğu girer.
Çocuk, kazağa sarılı bir oyuncak bebek taşıyordur kucağında. Peki ya o çocuğa ne oldu? Hayatında oyuncağın yerini gerçek bir bebeğin kokusu, sıcaklığı almış mıdır? 1960 yılında Galatasaray Meydanı'nda görürüz sanatçıyı. Deklanşöre bastığında iki tramvay girer fotoğraf karesine. Kıştır mevsimlerden, keşke diyorum, Ara Güler bu fotoğrafı çektiği yerden otuz, kırk adım daha geriden çekseydi!.. O zaman, çocukların ellerini cama dayayarak vitrindeki oyuncakları seyrettiği ünlü Japon Mağazası da girerdi. Ara Güler, Paris'te Romeo Martinez'in evinde yemek yerken, kendisi gibi fotoğraf sanatçısı olan arkadaşı seslenir: "Sen boyuna sanatçı diye bir sürü adamın resmini çekip gösteriyorsun, bunları sanatçı sanıyorsun. Oysa, şu üç adamı yan yana getirip resimlerini çekebilirsen, asrın fotoğrafı olur ve iş burada biter." Güler, "Kimdir bu üç adam?"diye sorunca Martinez, "Charlie Chaplin, Albert Einstein, Pablo Picasso" der. Tarih: 6 Aralık 1942 Amerika, Japon savaş uçaklarının yerle bir ettiği Pearl Harbor baskınında ölenleri birinci yıldönümünde anmaya hazırlanmaktadır.
O gün çok ünlü bir sanatçı Amerika'nın Sesi Radyosu'ndan Türkiye'ye hitaben bir konuşma yapacaktır. Amerika'da Türkiye'ye yönelik radyo yayınları yeni başladığından, özellikle Türkler'in sevgisini kazanmış bir sanatçı programa konuk edilmişti. Programın başında konuk sanatçıya katılımından dolayı teşekkür eden spiker "dostlarımıza ve sizi sevenlere ne söyleyeceksiniz" diye sorunca, "İlk fırsatta onları mutlaka ziyaret edeceğim" karşılığını alır.
Bu yanıttan memnun olan spiker, "Sizi Türkiye'de görmek istemeyecek tek kişi tahmin edemiyorum" der. Radyo programına konuk olan sanatçı, "Bir hikaye anlatmak istiyorum" der. Bütün ömrümde işittiğim hikayelerin en güzeli ve en hoşu. Bu bir Nasrettin Hoca hikayesidir"!!! Nasrettin Hoca'nın adını duyan dinleyiciler daha da sokulurlar radyoya. Konuk başlar fıkrayı anlatmaya: "Bir gün Hoca evinde oturup kahvesini içerken, komşusu odun kesmek için ormana gideceğini ve eşeğini birkaç saat için ödünç vermesini ister. Hoca, 'eşeğim yok, çocukla pazara gitti' diye yanıt verdiği sırada, gerçekte ahırda olan eşeği anırmaya başlar. Komşu; 'Be Hoca, sen sakalından utanmıyor musun? Ne diye yalan söyledin, işte eşek ahırda!' deyince, Hoca, 'Bana mı inanacaksın, yoksa eşeğe mi?' karşılığını verir." Bitmedi!.. Sanatçı, fıkrayı anlattıktan sonra öyle bir laf eder ki, Türkiye'de yer yerinden oynar: "Evet sevgili dinleyicilerim. Bugün bütün dünyayı aynı soru meşgul etmektedir: İnsanlara mı inanacağız, yoksa eşeklere mi?"
Aynı günlerde Amerika'dan ülkesine dönmüş olan gazeteci Ahmet Emin Yalman çalıştığı Vatan gazetesinin iki aylığına kapatıldığını duyar. Nedeni, gazetenin sanatçının konuşmasını yayınlamış olmasıdır. İstanbul'daki Naziler gazetenin kapatılması için vampir dişlerini gösterirler. Ne de olsa taptıkları ve Türkiye'de hayranları da bulunan biricik führerleri Hitler "eşek" yerine konmuştur!.. Vatan gazetesinde yer alan haberde sanatçının Hitler'le alay ettiği filminden bir fotoğrafı da yayınlanır! Radyo programında Türkiye'ye seslenen ünlü sanatçı bir yemek sırasında Ara Güler'e yan yana getirilip fotoğrafları çekilmesi önerilen sanatçıların ilki olan Şarlo, yani Charlie Chaplin'dir! Chaplin, "Hayatımın Hikayesi" adlı kitabında anımsadığı oyuncakları şöyle anlatır: "Üzerinde bulutların üstündeki melekleri betimleyen yuvarlak ve küçük müzik kutumuzdan hoşlanırken, bir yandan da onu şaşkınlıkla izlerdim.
Bana sahip olma duygusunu tattırdığı için çingenelerden altı penny'e aldığımız oyuncak sandalyemi çok severdim." Nasrettin Hoca'nın hikayelerinde karşılaştığımız bir oyuncak vardır: Düdük. Basında parayı verenin öttürdüğü düdük sesi olmamalı diyerek son sözümüzü söylüyoruz: Yaşasın Cumhuriyet!..