Çok uzakta bir köy düşünün. Gerek Kuran kursu gerekse medrese öğretimini yıllarca sürdürmüş. Sözde hafız-molla yetiştirmiş(?!) Kapalı bir toplum olmayı yıllardır erdem saymış. Dinin dışında tüm düşüncelere kapalı olmuş. Gelenek-göreneklerin dışına çıkmamış. Daha doğrusu çıkamamış. Bunu bir ahlak olarak öngörmüş.
Seçimlerde yöreye göre köyde en yüksek oy hep sağ partilere çıkmış. CHP dışlanmış, yadırganmış. Buna karşın siyasacılar oyu almış. O gidiş gitmiş. Bir daha köye seçimden seçime gelmiş. Ne var ki toplum istediği hizmeti bir türlü alamamış. Öbür köylere göre sağ partilere en çok oy çıkmasına karşın, sürekli dışlanmış. Ne ki tepki göstermekten de uzak durmuş. Hak alma şöyle dursun. Hep birilerinden beklenmiş. Oysa hak verilmez alınır.
Yüz yılı aşkın sürdürülen karayolu, yılan hikâyesine dönmüş. Bir türlü bitirtilmek istenmemiş. Böyle giderse üzerinden birkaç seçim daha geçermiş.
Dolayısıyla Cumhuriyetin çağdaş okullarının köye girmesi engellenmiş. Bunlara ‘Gâvur okuludur’ damgası vurulmuş. Halk Evlerine karşı çıkılmış. ‘Kadın-erkeklerin birlikte dans ettikleri, eğlendikleri yerdir’ denilmiş.
Köyde radyo bulundurmak, haber dinlemek günah sayılmış. Çarşafın dışında manto giymek eşarp bağlamak geleneğe aykırı sayılmış. Halk köy önderlerinin öngördüğü kalıplar içinde yaşamaya zorlanmış.
Devletin köye verdiği Sağlık Ocağı, yer olmadığı gerekçesiyle alınmamış. Dolayısıyla komşu köye gitmiş. Hasta olanlar iki saat uzaklıktaki sağlık ocağına yürüyerek gitmiş gelmiş(!) Halk, bağnazlık-tutuculuktan uzun süre ne ebe ne doktor yüzü görmüş.
Hasta olanlar inancın gereği ya cinciye ya da hocaya gidermiş. Doktora gitme alışkanlığı oluşmamış. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir deyişi sanki bunun için söylenmiş.
Hastalıkla pençeleşen çocukları doktora götürmek ayıp sayılırmış. Bir üfürükçüye götürmek en uygunuymuş. Bir de muska yazılırsa değme keyfine! Ver parayı gör şifayı. Parasız muska hiçbir yarar sağlamazmış.
Boğmacaya yakalanan çocuklar, sabahın erken saatinde ceviz kökünden birkaç kez geçermiş. Böylece iyileştiğine inanılırmış.
Her cuma günü hasta olan, başı ağrıyan kadın, elinde bir testiyle caminin yolunu tutarmış. Şadırvandan su doldurur. İçeri girermiş. Hafızlar bir çember oluşturur. Kadınları okumaya başlarmış. Bu, eylem bir saate yakın sürermiş. Okuma bitince kadınlar evlerine gidermiş. Okunan bu şifalı (!) sudan her kadın, akşam sabah içermiş. Böylece iyileştiğine inanırmış.
Doğumlar yaşlı kadınlarca yaptırılmış. Kente götürmek için yol iz olmadığından birçok anne kan kaybından yaşamını yitirmiş. Tanrı verdi, Tanrı aldı’ denilerek alın yazgısına din gereği boyun eğilmiş. Güç doğum yapan kadınları sepete koyarak doktora ulaştırırmışlar. Kurtulan kadının çocuğuna da ‘İmdat’ adını koyarmışlar.
Köyde her türlü baskı varmış. Halk korkudan doğru bildiğini söyleyemezmiş. Çünkü Köy İhtiyar Kurulu, meydan dayağı atarmış. Hiçbir yere de başvurulamazmış. Herkes yediği sopayla kalırmış.
Köy sınırlar içinde okey, pişti, kumar yasakmış. Ancak gizliden ormanlarda, ahırlarda, kentte oynanırmış. Toplum kapalılıktan kurtulunca, bonzain kokain, eroin, esrar gibi uyuşturucuları kullanmaya başlamış. Uyuşturucu kullanımı ilköğretim okuluna dek inmiş.Bunun yanında fuhuş da ileri boyuta varmış. Kısacası toplumda alabildiğine bir yozlaşma başlamış. Bu durum, yadırganmaz olmuş.
Köyde bireyler arası sevgi, saygı kalmamış. Herkes, küçük çıkarı için yalan söyler, iki yüzlü davranırmış.