Son dönemde bir Osmanlı hayranlığı başladı.  
Bu hayranlık üzerinden Cumhuriyet karşıtlığı ve Cumhuriyeti sorgulamak!..
Üzülmemek mümkün değil!..
Kendi ayağına kurşun sıkan adam gibiyiz!..                                          
Gerçi  Kurtuluş Savaşı ile oluşan işbirlikçiler o gün de bugün de Cumhuriyete dolayısıyla Atatürk’e karşıydılar. Alternatif olarak da Osmanlı yönetimini önümüze koyuyorlardı. Anadolu topraklarında devlet kurmuş, imparatorluğa kadar yükseltmiş bir aileyi küçümsemek ve onları yok saymak tarihe ihanettir. Ancak devletler de canlı varlıklar gibidir. Canlılar gün gelir nasıl ölürlerse devletler de kötü yönetimlerin elinde ölüme mahkûmdurlar.
Kalkınmamızın cumhuriyete neler borçlu olduğunu anlayabilmek için, öncelikle cumhuriyet öncesinin ekonomik ve sosyal durumunu irdelemek gerekir.
Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” isimli eserini ikinci kez okuyorum. Oradaki bilgileri okurlarımla paylaşmak istedim.
Cumhuriyet öncesinde Anadolu’da maddi kaynaklar tükenmek üzereydi. Kol gücü bile yoktu. Tarlada, çayırda, bağda, bahçede 16 yaşından küçük çocuklar, kadınlar ve yaşlılar çalışıyordu. Sömürgeci ülkeler topraklarımıza girmiş, göç dağınıklığı ortalığı kaplamıştı. Paranın değeri yarı yarıya düşmüş borç 500 milyonu bulmuştu. Ulusal gelirimiz, dış borçların faizini bile karşılayamıyordu. Örneğin 1921 bütçemiz 46 milyon iken beğenmediğimiz Yunanistan’ın o yıl ki bütçesi 115 milyondu. Tarımsal üretim 1925’te 3 milyon tona zor ulaşıyordu. Toplam traktör sayımız 221’dir. Kısaca kırsal kesim, insan ve öküz gücüne dayalı tarım yapmaktaydı.
Sanayi dalı daha kötüydü. 1915’te beş veya daha yukarı işçi çalıştıran  işyeri 284’tü. Bu işyerlerinin ülke ekonomisine katkısı sözü edilmeyecek kadar azdır. Tahta kaşık, tarak gibi gereçler bile dışarıdan getiriliyordu. Bu durumun oluşmasında 1838 yılında yapılan Ticaret Anlaşması’nın payı büyüktür. Bu anlaşma ile  ülkemiz, yalnız Batı değil, Doğu ülkelerine bile açık pazar olmuştu. Bu oluşum iç ekonomiyi çökertmiştir. 1854’te dış borcumuz milli gelirimizin iki buçuk katıdır. Bu gidişin sonunda devlet borçlarını ödeyemez duruma düşmüştür. Alacaklılar örgütü olan “Düyunu Umumiye  idaresi kurulmuştur. Bu örgüt ;tuz, balık, tütün, içki, ipek ve pul vb alanlardaki  gelirlere el koyarak ülkemizi istediği gibi sömürmüştür. Devletin maliyeye bağlı 5 bin personeli varken bu kuruluşun 10 bin çalışanı vardı. Bu ne demektir? Bu kuruluş, devlet içinde devletti.
Köylümüzün özgürlüğü ve temel hakları elinden alınmıştı. Kişi, ürettiği tütünden yarım kilo kendine ayıramazdı. Ayırırsa reji kolcusu o vatandaşı alnından vurur ve hesabi da sorulmazdı. Para bulmak için kadınların uçkurları bile aranırdı. Açlık kol geziyordu. Halk; ot kökü, hayvan ölüsü, ağaç kabuğu yiyerek geçiniyordu.
Yabancıların elindeki işletmelerde işçiler 16 saat kuru ekmek ve zeytin yiyerek çalışmak zorunda bırakılıyordu. Maden üretiminin yüzde yetmişi yabancıların elindeydi. Sanayi alanındaki yabancı üstünlüğü toprakların dışa satımını hızlandırdı. En verimli topraklar yabancıların eline geçti. Yabancılar, boğaz tokluğuna çalıştırdıkları Anadolu insanını acımadan sömürdüler.
Toprak dağılımındaki dengesizliği şu tabloda görebiliriz:

Aile sayısı                 Aile               yüzde           hektar           Toprak yüzdesi


Derebey                   10.000            % 1          3.000.000             % 39
Toprak Ağası           40.000            % 4          2.000.000             % 26
Topraklı köylü           870.000         % 87       2.700.000             % 35
Topraksız köylü        80.000            % 8 

90 yıllık Cumhuriyetimizi bir reklam gibi gören sözde okumuş cahiller, bu tablodan bir sonuç çıkarırlar sanıyorum. Cumhuriyetin getirdiği ekonomik, sosyal haklardan yararlanıp da bindikleri dalı kesmeye çalışan bu gafillere gerçekten üzülüyorum.