İnsanlık tarihinin en temel toplumsal örgütlenme şekli ve en köklü geçmişi ailedir.
Tarih öncesinden bugüne, hayatın temel dinamiğini oluşturan şüphesiz ki ailedir.
Uğruna gözü kapalı feda olunan kutsal, yine ailedir.
Yaklaşık 4000 yıldır varlığını sürdüren tek gerçek var; o gerçek, ailedir.
Avcı-Toplayıcı toplumun ana erkil aile yapısından, tarım toplumunun ata erkil aile yapısına; oradan bugünün çekirdek ailesine değişimler ve dönüşümler yaşayarak varlığını sürdüren tek kurum ailedir.
***
Aile; sanayi toplumu sürecinde belki de en köklü değişimini yaşadı. Ancak değişim, orada bitmedi; sanayi sonrası toplumda da devam etti.
Şimdilerde yapay zekâyla soslanan bilgi çağı, elbette aile üzerinde etkiler yaratmaya devam ediyor.
Geniş aileden, çekirdek aileye; oradan modern aileye, değişim…
Değişim mi, yozlaşma mı?
***
Türk kültüründe “Ev bark sahibi olmak” deyimiyle tanımlanan geleneksel aile yapımız da şüphesiz ki değişimlerden etkilenmiştir.
Şimdi burada Türk ailesinin yaşadığı değişimi uzun uzun anlatmayı düşünmüyorum.
Türk aile yapısındaki can yakıcı değişimi 1950’lerde başlamışsa da asıl yıkım 2000’li yıllarda yaşandı.
20. yüzyılın ikinci yarısında büyük şehirlere doğru başlayan yoğun göç dalgası aile yapısını derinden etkiledi.
Büyük aile yapısı şehirlere taşınarak gecekondu ailesine dönüştü. Artık varoşlarda köy kültürüyle-kent kültürü arasında sıkışmış yeni bir aile tipi doğmuştu.
Her bakımdan uyum sorunu yaşayan bu yeni aile tipi; gelenekle modernliğin, yoksullukla zenginliğin, töreyle hukukun yaman çelişkisini en üst seviyede yaşadı.
Karşılaşılan zorluklar, kültür çatışmaları ve yaşanan maddi sıkıntılar bu yeni aile tipinde sorunlar yumağı oluşturdu.
Kent yaşamına ayak uydurmada zorluk çeken aile; cinayet, intihar, hırsızlık, esrar, kokain, kapkaç, fuhuş ve mafya gibi acı gerçeklerle tanıştı. Ve bunların hiçbirine hazırlıklı olmayan aile her bakımdan savruldu; küçüldü, bireyselleşti ve geleneksel değerlerini terk etme sürecine girdi.
2000’li yıllarda ise yeni dalgalar kuşattı Türk ailesini. Henüz arkada yaşadığı travmaların etkisinden kurtulamayan aile şimdi küresel güçlerin iştahıyla kuşatıldı ve ne yazık ki bunun farkında bile olamadı.
***
Türk ailesi;
*Bir taraftan ekonomik sıkıntılar yaşarken diğer taraftan tüketim çılgınlığına gömüldü. Aile bireylerinin hepsi değilse bile, gençleri marka tutsaklığına gömüldü.
*Bir taraftan sosyal medya bataklığında debelenirken, diğer taraftan ekranlarda normalleştirilen ahlaksızlıkların alıcısı durumuna dönüştürüldü.
*Paranın ve cinselliğin çekim gücü “Namusuna toz kondurmama” hassasiyetini gölgeledi.
*Bir taraftan geleneksel değerler, diğer taraftan çağdaş gelişmeler ve değişmeler arasında gel-gitlere sürüklendi.
Kısaca “Çitlekçiler çekirdek aileyi çitlemeğe devam ediyorlar.”
Yakamızdan düşmüyorlar, dadandılar.
Aileler; hastaneden mahkeme salonlarına, karakollardan sosyal hizmet kurumlarına taşınır oldu.
Nikâhsız beraberlikler, imam nikâhlı beraberlikler, kızlı erkekli öğrenci evleri, evlilik kurumunu reddetmeler ve daha neler neler…
Çitlekçilerle ailelerin baş etmesi imkânsız, bu gidiş çok ama çok tehlikeli.
Türk ailesi, “Ailemiz tek kutsalımız” nutukları arasında kan kaybından ölmek üzere.
***
Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirler, çaresiz kalan aileleri tekrar köylere itiyor. Bu yönelişi özendirenler de var şüphesiz.
Kulağa hoş gelen bu söyleme sorularım var:
Türk aile yapısını yozlaştırdığı iddia edilen İstanbul’u terk etmeye özendirmek İstanbul’un yeni bir kimliğe hazırlanması olabilir mi acaba?
Köylerine sorunlarıyla dönecek olan aileler, köylerde yeni kültürel ve ekonomik çatışmaların fitilini ateşlemez mi?
Çözümü, çitlekçilerin yönlendirdiği yerlerde aramak kan kaybını arttırır.
***
Aile bireyleri ve sorumlular iş işten geçiyor. Artık gerçekçi, akılcı, korumacı, tarihi ve kültürel değerlerimizle çelişmeyen çağdaş hukukla desteklenen adımlar bir an önce atılmalı.
Yoksa, “Ailemiz kutsalımızdır” anlayışı tarih olacaktır.