Atatürk, kültürün bir parçası olan güzel san'atların, musikinin geliştirilmesi hususunda da 13 Ağustos 1923'te TBMM'deki konuşmasında şöyle der: "Fakat Efendiler, Millet, milletin ruh-ı san'atı, musikisi, edebiyatı ve bütün bediiyatı bu kudsi idealin ilâhi teranelerini müebbed bir vatan aşkının vecdleriyle daima terennüm etmelidir. Güzel sanatları seven, fikrî ve bedenî terbiyesi geliştirilmiş, faziletli ve kudretli nesiller yetiştirmek Türkiye Cumhuriyetinin ana siyasetidir" diyerek, Türk milletinin her alanda gelişmesini adete emrediyordu. Güzel sanatlar millî kültürün yayılmasında, ruhların okşanmasında önemli bir faktör olduğundan, Mustafa Kemal Atatürk bu konulardaki düşüncelerini açıklamaya devam ederek şunları söyler. "Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükseltmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü tetkiklerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür".
Millî kültürün aslî unsurlarından olan edebiyatın fertlere verdiği duygular, onlarda millet ve vatan sevgisini geliştirir, millî duygularını kamçılar. Fertlerin millî ruh ile yetişmesine yardımcı olur. “Edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için en esaslı terbiye vasıtalarından biri" olduğunu belirten Atatürk, 1937 yılında bir toplantıda edebiyat üzerine sohbet yapılırken konu ile ilgili görüşlerini şöyle belirtmiştir;
“Osmanlı devrinde ve bu güne kadar geçen Cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün kültürlü medeni cemiyetlerle edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: söz ve mânayı, yani insan dimağında yer eden, her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok alâkalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki, edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykel tıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir. Edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır”.
Atatürk, edebiyat alanında yapılacak iyi çalışmalar sonunda Türk çocuğunun yazarken de, konuşurken de daha iyi olacak, daha ileriye gidecek ve kendisini okuyanları, dinleyenleri peşine takarak “yüksek Türk ülküsü”ne ulaştırabilecektir.
Atatürk toplumu kaynaştıran ve mazi ile ilişkisini devam ettiren önemli unsurun dil olduğuna işaret eder. Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatının dikkatli olmasını isteyerek dilin önemini şu veciz sözleriyle açıklamıştır. “Türk milletinin dili Türkçe’dir, Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır bir de Türk dili Türk milleti için mukaddes bir hazinedir çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz bâdireler içinde ahlâkını, an’anelerini, hâtıralarını, menfaatlerini ve hasıl, bugün kendi milliyetini yapan her şeyini dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir”.
“Millî terbiyenin lisanı da millî olmalıdır” diyen Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin millî görevlerinden birisinin de "Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini sağlamak olduğuna dikkat çekerek Millî Kültürün geliştirilmesinde münevver sınıfa büyük vazifeler düştüğünü ancak tarihimizin her devrinde aydın sınıf ile halk sınıfı arasında kültür açısından büyük anlaşmazlıklar ortaya çıktığına işaretle şunları söylemiştir."Münevver sınıfın halka telkin edeceği mefkûreler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri, milletimizin ruhundan alınmış mefkûreler midir? Hayır.” Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lakin kendini bilmez" Aydın sınıfın millî kültürden uzaklaşarak taklitçiliğe yöneltilmesini büyük bir hata olarak gören Atatürk, konuşmasına devamla şunları açıklar: "Münevverlerimiz milletimi en mesud millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen aynı yapayım der. Lakin düşünmeliyiz ki böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şerait birini mesud ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim. Lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu an'anatını, sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz"