Kur’an-ı Kerim ifadesiyle bizler, yeryüzünün imar ve inşasıyla sorumlu kerem varlıklarız. İnsanın sahiplik etme, eşyanın kullanımı, maddi ve manevi yönleriyle yaşanan hayatı geliştirme noktasında hilafet sorumluluğu vardır. “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur.” (Fatır, 39)
Mümin, konumu gereği ıslah edici, yapıcı ve onarıcıdır; yeryüzünü talan etmeye değil, imar ve inşa etmeye gelmiştir. “O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli kıldı.” (Hud, 61)
Sorumluluk duygusu kişide aidiyet hissini doğurur. Bizim aidiyet hissimiz üç şeye yöneliktir:
1- Biz kendimiz için değiliz. Biz Allah içiniz.
“Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 156) Allah’a aidiyet, O’na kul olmak demektir. Kulluk, insanın değişmez mesleğidir. Kulluk, Allah’ın razı olduğu şeyi yapmak ve Allah’ın yaptığına razı olmaktır. Bizce hayatın anlamı da budur.
2- Biz bu dünya için değiliz. Biz ahiret içiniz.
Kendini dünyaya ait gören, aidiyet sorunu yaşıyor demektir. Biz bu dünyada misafiriz, emanetçiyiz. “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebut, 64)
İslam ruhbanlığı, münzevi bir hayat yaşayarak uhrevileşmeyi reddeder. “Dünya kâfirin nasibidir.” diyerek dünyadan el etek çekmek, bir bakıma Kur’an’ın mümine yüklediği arzı imar görevinden azade olması demektir. Üstünlüğün ve hâkimiyetin ancak maddi güç ile elde edilebildiği bir asırda “Dünyayı istemem.” demek, mevziyi muarızlara terk etmek demektir. Dünya, ahiretin tarlasıdır. Cennetin basamağı, giriş anahtarı, bir anlamda şifresidir. Kâfirlere teslim edilmiş bir dünyadan mümin, cenneti nasıl kazanacak?
Diğer taraftan İslam, dünyevileşmeyi de reddeder. Müslüman’ın dünya ile olan münasebeti görecelidir, şarta bağlıdır. Şayet kalıcı olan ahireti kazanmak için dünyayı bir vasıta, bir araç olarak değerlendirebilirse, dünya o kişi için bir faydadır. Fakat ölçü kaçar, dünya araç olmaktan çıkar da amaç hâline gelirse, artık dünya o kişi için ziyandır.
Dolayısıyla mümin için dünya-ahiret dengesinde ağır basan daima terazinin ahiret kefesidir. Gündelik işlerini bile ibadet anlayışıyla yaparak bir taraftan dünyasını imar eder, diğer taraftan da öncelik verdiği ahiretini kazanarak asıl yatırımını ebedi hayatı için yapmış olur.
3- Biz ailemiz için değiliz. Biz ümmet içiniz.
“Bir peygambere bağlı topluluk” anlamında kullanılan ümmet kelimesi, “anne” kelimesiyle aynı kökten gelmekte; annenin çocuklarını birbirinden ayırmaması gibi bir kuşatıcılığı, muhabbeti ve bütünlüğü içinde barındırmaktadır.
Ümmet olma bilincimizi diri tutmamız gereken bir zamanı yaşıyoruz. Bu bilinç kaybolduğu için bugün Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da kaybediyoruz.
Bugün İslam dünyasının sorunlarını aşmak için öncelikle ümmet bilincine ihtiyacımız vardır. Tevhide inanan iki milyara yakın insanın, bu eşsiz ilkeden hareketle vahdete ulaşmalarının önündeki engelleri kaldırmak, ancak ümmet bilincini tazelemekle mümkün olacaktır.