Eskiden çöp nedir, çöplük nedir bilmezdik. Ev süpürüldüğünde toprağa, toza ait ne varsa, ekmek kırıntıları, hatta kırıntı bile değil, una yakın zereler duyulan saygıdan ötürü, zibilliğe dökülürdü. Aşanada kaybolan dikiş ve kancalı iğne orada eşelenerek bulunurdu. Köyde, evden sekiz on metre uzakta bulunan taflanların altında zibilliğimiz vardı. İçeriği zengin değildi. Kış aylarında, kara ateşlik boşaltılırken saf kül bir yere depolanır, çamaşıra yıkamaya kullanılır, geri kalan da patates ekildikten sonra üzerine serpilir, böcekten ve pastan korunurdu. Ocaktan çıkan kömür kırıntılı kül ise zibilliğe atılırdı.
Çocukluğumuzda kar çok yağardı, yoksa küçük olduğumuz için mi yağan karı çok görürdük bilmiyorum. Sık dallı, yaprağını dökmeyen ağaçların üzerinde biriken karı taşıyamadıkları için dalları kırılırdı. Kar o kadar çok yağardı ki, açıkta görünen bir toprak parçası kalmazdı. Yol kenarındaki fındık dalları eğilir, yolu kapatır, yürünemez duruma getirirdi. Karne tatiline girilmemişse, güçlü kuvvetli abiler, amcalar karı ezer, on beş yirmi santim genişliğinde de olsa çocukların yürümesini kolaylaştıran yolu açarlardı. Kimi ağaçların eğriliğinden kar, dip kütüğün altına düşmez, kara toprak açıkta kalırdı. Kışın uçucu hayvanları, gelir konar, toprağı karıştırır, yiyecek bir şeyler bulmaya çalışırlardı. Kimi bahçelerde ayakta kalabilmiş ince tohumlu otlar kara, rüzgara direnir, küçük kuşlara yem olurlardı. Yüreği öpülesi güzel insanlar, ceplerine doldurdukları kırık buğdayları, gördükleri kara parçalarına serper sesleri, canlılıklarıyla kışı ısıtan o güzelim hayvanları beslemeye çalışırlardı. Kimi zaman kış çok şiddetli geçer, ayakta kalan yabani tohumlu otlarda karınlarını doyururlarken donarak ölenler de olurdu.
Bizim zibillik ocak atıklarıyla her zaman kara parçasıydı, oradan asla kötü kokular yayılmazdı ortalığa. Her tarafından kar pamuk yığınları gibi yükselirdi. Geceyi karayemişte geçiren serçeler, körçeler, çalıkuşları, kınalı göğüslü mustafapaşalar ev süpürülür süpürülmez zibilliğe atıldığında beklercesine yere üşüşür, işe yarar bir şeyler bulmaya çalışırlardı. Karatavuklar, alakargalar, zaman zaman kediler, köpekler, çakallar bile gelir karıştırırlardı zibilliği. Onlar gittikten sonra kuşlar hiç zaman kaybetmeden gelir, devredilen toprağın arasından zizileri, kurtçukları bulup yerlerdi. Kimi zaman annemden, ablalarımdan habersiz aşırdığım “mısır yarmasını” zibilliğin üzerine saçar, kuşların birbirini ezercesine yeme saldırmalarına ve karınlarını doyurmalarına bayılırdım. Önce elekten, sonra süzgeçten yaptığım kapanizalarla yakalamaya çalıştığım olurdu serçeleri, karatavukları. Alakarga çok akıllıydı, tuzağa gelmezdi. Körçeler kabak çekirdeğini severdi ve kapanizaya vururlardı.
Bizim evden zibilliğe yemek asla dökülmezdi. O zamanlar buzdolabı yoktu. İş çok ağır basar yemek, uygun zamanlarda küçük kazanlarla pişirilirdi. Birkaç gün içinde bitirilemediğinde ekşirdi. Muhacirlikte o kadar açlık çekmişlerdi ki, ekmeğin, yemeğin değerini onlar kadar bilen yoktu. Anam ekşiyen yemeği yıkar, sıkar ve kavururdu, lahana, pırasa, fasulye yeniden yemek olurdu
Eski zamanlarda atık olmazdı. Kullanılan nesneler, yiyecekler, ya yemekte kalır, gerisi de sığırın yalına atılırdı, asla çöpe gitmezdi. Kimi zaman aşanada kırılan odunlardan yere düşen kıymıklar süpürülür ocağa atılırdı. Yanıcı özelliği bulunan atıklar, kağıt, naylon gibi torbalar ateşte değerlendirilirdi. / Zibillik evlerin kalitesini, niteliğini, müsrifliğini gösterirdi; ya da ne kadar tutumlu olduğunu…
Bugün evin dışında bir zibillik yok. Az da olsa köyde yaşayanların çöplerini çöp kamyonları gelip alıyor. Köyler boşaldı, insanlar apartmanlarda yaşıyorlar. Uygarlık değişti. Yaşayış, yiyiş, beslenme biçimleri değişti. Hazır yiyecekler, lokantalardan ısmarlamalar, soğuk, sıcak yiyecekler hepsi var, hepsinin de çöpleri... Atılmayan çöpler çok ağır kokulara neden olur.
Eskiden zibillik ziyaretçileri bizim kış aylarında vazgeçemediğimiz konuklarımızdı. Karın yere düşmesiyle gözlerimiz konuklarımızı arardı. Her taraf bembeyaz kesildiğinde cıvıl cıvıl sesleri kulaklarımızı çınlatırlardı. Uçuşları, konuş kalkışlarıyla kışın sessizliğine ve ıssızlığına hayat verirlerdi, yaşamayı sevdirirlerdi. Köy değişti. Yollar değişti. Patikalar, taşlarla örülü kaldırımlar arabalar için yapılan yollara bıraktı yerlerini. Yol kenarındaki taflanlardan, kiraz, elma, armut, incir gibi meyvelerden eser kalmadı. Bahçeye zarar vermesin diye tüm meyveler yol kenarlarına dikilirdi. Göz hakkı vardı, kul hakkı vardı yoldan geçenlerin. Uzanıp dalından meyve alıp yiyenler dikene, aşılayana dua ederlerdi.
Her evin bir zibilliği vardı. Artık yok. Her evin bir kenefi ve arkasında büyük bir kuyusu vardı. Bellerken aşağı kayan toprak, her yıl sepetlerle taşınır, kuyuya doldurulur, beş altı ay kuyuda bekletilerek gübre yapılırdı. İnsan gübresini alan toprak sığır gübresiyle karıştırılarak sebzelerin dibine konulurdu. Yapay gübre yoktu o zamanlar. Toprak kimyasallarla daha kirletilmemişti. Her şey doğaldı. Kapıda tavuklar, ahırda sığırlar vardı, ev sahibinin peşinden giden kediler, bağda havlayan köpekler vardı. / Sular ve hava tertemizdi.
Evler değişti, apartman kılıklı evler yapıldı köylere. Köylerde tavuk, sığır, bahçede mısır, lahana, pırasa, fasulye, köylerde canlılık kalmadı. Her şey pazardan alındığı gibi lahana, pırasa, süt, yoğurt, yağ da marketten temin ediliyor artık. Soyduğumuz elmanın, armudun, patatesin, soğanın, kesip yediğimiz kavunun, karpuzun kabuğu çöp değildi. Ovaladığımız külür, bezelye ve fasulyenin, lahana, pırasanın atıkları çöp olmaz, hayvanlara verilirdi. Çarşıdan yem çuvallarla alınmazdı, süt doğal, yağ, peynir, çökelek doğaldı.
Şimdi ne zibillik kaldı, ne zibillik dostları… İnsanlarla birlikte onlar da terk edip gitti bizi. / Köye çıktığımda bir ıssızlık / bir yalnızlık kaplıyor her yanımı / serçeler, körçeler, mustafapaşalar yok artık / kisa dediğimiz alakargalar uğramıyorlar daha. / Karaağacın tepesinde bağıran kargaları özler olduk, horoz seslerini, gıdaklayan tavukları duymuyoruz daha. Yıllar oldu çimende çam fıstığı arayarak karnını doyurmaya çalışan sincapları görmeyeli. / Karaağaçlar, incirler, armutlar, kestaneler kurudu. / Köyler o kadar ıssız ve yalnız ki… İnsanlar ve hayvanlar olmayınca rağmen her şey sevimsizleşti, artık hiçbir şey doğal değil, ne gübre, ne de ürünler... Ne de köy yaşayışı! Oysa doğa o kadar güzel ki!
Sevgiyle, esenlikle kalınız…