YENİDEN SAMSUN’A ÇIKMAK/ÇIKABİLMEK

        Cumhuriyetimiz bugün esas olarak ilkeleriyle, kurum ve kadrolarıyla büyük ölçüde tasviye edilmiştir. Biçimsel ve sadece yüzeysel görünümüyle -ki o da tartışmalı- varlığını sürdürdüğünü birileri savlasa da içi boşaltılmış haliyle, kuruluş sav ve amaçlarını taşımadığı her durumda kendini gösteriyor. Kamunun malı olan işletmeler, limanından havaalanına/havayoluna, fabrikasından bankasına, kooperatifinden spor kulübüne; yeraltı ve yerüstü birçok değerimiz, “HES”’iyle suyuyla, toprağı ve sarayıyla yabancılara/uluslararası tekellere kiralanmış ya da satılmıştır.

        Bu bir ekonomik işgaldir!

        Günümüzün işgal yöntemi, ilgili ülkenin çok yönlü durumu ve konumuna göre biçim/görüntü göstermekte. Artık askeri işgaller yerine ekonomik, eğitsel ve kültürel işgaller daha “anlamlı”. Ülkemizin işgal yöntemi de yüz yıl öncesine göre değişmiş, daha “çağdaş” ve “demokratik” yöntem ve ilişkilerle biçimlenmekte artık! Eğitim ve öğretimde ülke gerçeklerinden hareketle birey/yurttaş kimliğine dayalı, halkını ve toprağını/üretimi seven insan yerine, bencil/çıkarcı, halka uzak, üstenci yaklaşım seçeneği yaygınlaştırılmakta. Toplumcu çıkar ve öncelikler, kültür-sanat-dayanışma-sevgi-saygı köreltilmekte dahası küçümsenmekte, “aptallık” olarak pompalanmakta!

      Bu da kültürel bir işgaldir!

      Ekonomik ve kültürel işgale karşı çıkmanın, bağımsızlığın biricik yolu yeniden Samsun’a çıkmaktan geçiyor! Ancak bu, söylemden çıkıp/sıyrılıp eyleme dönüşecek bir izlem ve örgütlenmenin, siyasal bir yapının öncülüğünde gerçekleşebilir. -Bu son cümleden hareketle hep tartışıla gelen CHP’nin kuruluşunu/doğuşunu hangi tarihe bağlamanın doğru olduğunu bir kez daha düşünmelerini öneririm, CHP’li dostlara ve birçok Atatürkçü’ye.-

         (……….)

         En acısı vatandaşlık satışı ki son yıllarda akıl almaz boyuta ulaşmıştır. Serbest piyasacı mantık toprağını da satmaya hız vererek bir avuç azınlığın varsıllığının önünü daha da açmış. Yöneticilerin bu aymazlığının saltanat düşkünlüğüne yönelmesi toplumsal huzursuzluğu körüklemiş. Üstüne üstlük “çözüm ve özveri” reçeteleriyle, çalışanlar, emekliler ve bütünüyle emekçiler ve aileleriyle birlikte halkımıza bunun bedelini ödetmeye kalkışmaktalar.

       “Çağdaş” işgalin ve de sömürünün ekonomik boyutunun yanında kültürel/eğitimsel ve siyasal yanını da görmek çok önemli. Örneğin dil, yazın ve sanatın biçimlenişine ilişkin kamucu müdahale önemli görülmeli. Batı’nın pompaladığı kültürel yozluk ve popülizm engellenmeli; “Özgürlük” ve “Demokrasi” sömürülerine aldanmadan önleri kesilmeli. Özellikle bugünlerin hazırlayıcıları ve de rehavet düşkünleri, sorumluları tamamen açığa çıkarılmalı.

        Tatlı su siyasetçilerinin ve Cumhuriyet karşıtlarının ellerinde dolaşan/dolaştırılan yapaylaştırılan bayrak yerine Cumhuriyetin ve Devrimin/19 Mayıs Bayrağının/Ruhunun yeniden dalgalanmasını sağlamak ilgili güçlerin öne çıkmasıyla ancak başlatılabilir. Bu bağlamda Samsun’a çıkışın güncel iradesi ülkemizi emperyalist merkezlerin işgalinden yüz yıl önce kurtaran iradenin ta kendisidir. O irade bütün ulusumuzda/halkımızda vardır ve tüm çabalara karşın sönmemiştir! Kimi siyasilerde hala bu iradeyi aramak, onlara bel bağlamak, yeni yanılgıların kapısını genişletmeye yarayacaktır. Onların “ılımlı oyalayıcılığı” zaman yitiminden öteye büyük kan kaybına, daha büyük tehlikeye çekebilir ülkeyi.

       Önlenemez bir durumdan, geri dönüşü olanaksız bir sürüklenişten, bölünme ve yıkımdan söz ediyorum! Kuşkusuz bu köktenci -radikal- söylem ve ardından oluşturulması olası izlem, egemen siyasi yapılara bol gelecektir. Karşı çıkışlar, hamaset/duygu yoğunluğuyla, “vatan”- “millet” sömürüsüyle, “sabır-selamet” tekerlemesiyle, içi boş “birlik” bağırışlarıyla/nidalarıyla, dahası “ihanet” iftirasıyla sürdürülecektir; tıpkı Mustafa Kemal’e Samsun’a çıkarken ve sonrasında yaptıkları gibi!

       Cumhuriyet Devrimi’ni savunmak artık düşüncesiyle sayısal azınlığa düşen ancak vicdanıyla büyük ve çok olan, özgür olabilen, bilim ışığında yürüyen yurttaşlara kalmıştır. Bu nitelikli “azınlık”, 19 Mayıs 1919’da da “azdı”/çok değildi ama haklı olduğu için güçlüydü, kararlıydı ve kazandı.

        Bu sosyolojik gerçekliği, bu 19 Mayıs ruhunu kavrayamayan siyasi önderliklerin geleceği yoktur. Bugünkü siyasal düzlemde Atatürk lafazanlığı ile liberal Batı öykünmeciliği ile, AB-ABD- ve NATO birlikteliği ile ancak Mustafa Kemal Atatürk’e, Cumhuriyet Devrimi’ne karşıtlığa ve korkarım ki ihanet noktasına düşerler/düşebilirler!

 

-Yarınlar Güzel Olacak-