Ayakları suya değen kentimin ayaklarını kırdınız..
Denizle aramıza taş duvarlar ördünüz..
Ak köpüklü dalgaların göğsünde , kaç bin yıllık hüküm süren sevdamıza;
'ölümlerden ölüm beğen ' dediniz.. Dalgaların, her gün doğumunda, kulağımıza fısıldadığı türkülerle aramıza, taş duvarlar ördünüz.. yeşilimizi maviden, mavimizi yeşilden ayırdınız..
Ben ki, Poseidon'un kızıyım.. siz ki o'nu kızdırdınız..
bu, örtündüğüm son dalga belki..
bu, yattığım son kumsal..
bu, son sarılışım sevdama..
bu, son hasret giderişim..
bu, son bakışım sana..
Ve beni, kollarına son, alışın..
ey mavi..
bu, son koyuşum başımı, dizlerine..
bu, son ağlayışım..
Onlar ki, ağaca düşman..
'onlar ki, can-a düşman.. '
onlar, canana düşman..
doğaya.. yaşamaya.. bunlar, dünyaya düşman..
bunlar, iflah olmaz zalimleri, bu nazlı kıyıların..
bunlar, gülüşüme düşman..
Bu, son iç çekişim göğsünde..
ya da son, hıçkırışım..
son dokunuşum, yüreğine belki de..
Ah salçöhera'm.. ah, başı gökte sis dağı'm..
Bu, son düşüm..
son, gözyaşım..
son, sözüm..
bırakma ellerimi..
ey mavi..
Ey mavi-m.. bırakma ellerimi.
ne olur..” (*)
Doğaya, yaşadığı coğrafyaya, toplumuna ancak bu denli tutkun olabilir bir insan. .Ve tutkulu bir yürek ancak bu kadar çağıldayarak dillendirebilirdi kara sevdasını… Yalanın, talanın dayatmanın her türüne direnen mavi deniz ülkesinin coşkun dalgaları misali bu büyük sevdayı bize yeniden anımsatan sevgili ozanın seslenişi, sağır kulaklara ulaşmasa da; dost yüreklerde poyraz olup umut takalarının yelkenlerini her dem doldurmaktadır…
Hani sen, aydın olmanın verdiği sorumlulukla bıkıp usanmadan paylaşıp duruyorsun; “bunlar iflah olmaz zalimleri, bu nazlı kıyıların..” diye ya ey can dost… bazen yok o kadar, “yüreklerini bu denli karartamazlar” diyordum. Şimdilerde, doğa katliamlarını, insan kıyımlarını, savaşları, alkışlayanları görünce içim burkuluyor susuyorum.
Evlerinden, çocukluk anılarından, tüm yaşanmışlıklarından hoyratça kopartılıp uzaklaştırılanlar, yalana yenik düşüyorlar… yok hayır aslında tam da yenik düştüler denilemez, yalanla yaşamaya alıştırıldılar bu yüzden rahatlar, çünkü, Cumhuriyetten armağan; insan onuruna yaraşır bir yaşam, yurttaş olmanın tanıdığı haklar, sinsice unutturuldu birer birer…
DENİZİN ÇOCUKLARI’nı denizden kopartıp BETON’a mahkûm ediyorlar. Varlık nedenimiz, atadan emanet mahallelerimizde ocaklar birer birer söndürülüyor. Binlerce yıllık bu kadim kentin doğal dokusu tahrip edilip, talan ediliyor susuyorsunuz! Yakında ZİNOS’lar dahi uçmayacak üzerimizden, o güzelim sarmaşıklarımız, balkon çiçeklerimiz açmayacak var mı ötesi?
Yine de Umudumu kavi tutuyorum!.. Umut iyidir, coşkusuyla aklı taçlandırır, ama yalnızca “hayır “ demenin yeterli olmayacağını anlayıp, Demokrasinin kurum ve kurallarıyla toplumun tümünü kucaklayacağı çözümlemelere odaklanmalıyız. Mavi bir gökyüzü altında, kardeşlik duygularıyla buluşup kucaklaşmanın salt düşünü kurup, seçimlere havale eden bir ülkeyiz, yenildikçe yenisini bekleyen bir ülke!..
Oysa, İnsanlık tarihinde hazıra konmak diye bir durum söz konusu değildir.… Sandık ancak; demokrasi kültürünün tüm kurum ve kurallarıyla uygulandığı bir özgürlük ve örgütlülük ortamının belirleyicisi olabilir. Biz böyle bir iklimin neresindeyiz? Bence, ortasında… tam orta yerinde, ulu bir çınarın gölgesine sığınmışız!
(*) Dilber Saka – Söz yazarı & Şair – Ey mavi-m