"Canlı olmak alevde yok olmak demektir; sevmek bitmez tükenmez bir ışıkla parlamaktır." Çünkü sevmek kuşkudan kurtulmaktır, kalbin saydamlığında yaşamaktır." / Rilke
Edward Hopper'in resimlerini ve anlatım dilini çok seviyorum. Onu sevme nedenim sanırım tüm yaşamı boyunca insanları olabildiğince az resmetmiş olması. Hopper için "Duvarların şairi" denilebilir. Çünkü kapitalizmin tam kalbinde yaşayıp, insanın yalnızlığını duvarlarla resmeden başka kimse olmadı. İnsanın yalnızlığını onun kadar iyi kimsecikler anlatamadı.
"Soir Bleu" Edward Hopper'in en sevdiğim tablolarından biri. Soir bleu, “Mavi Akşam" anlamına gelir. Hopper'in Paris'ten ayrılmasından birkaç yıl sonra 1914'te resmedilmiş.
Resimdeki "Palyaço" komposizyonun ortasında oturuyor, resme bakınca tüm gözler ilk önce ona çevriliyor. Palyaço figürü masaya asık suratla bakıyor. Pierrot'un klasik kıyafetini giyiyor, commedia dell'arte'deki aptal, palyaço figürü, genç bir saflıkla ve sürekli olarak komik olmak zorundaymış gibi. Palyaço, fiziksel ve sözlü tacize maruz kalmasına rağmen savunmasız olmaya istekli olmasıyla tanımlanıyor. Pierrot genellikle üzgün küçük bir figür, sürekli iyimser ve koşullarının acımasızlığı yüzünden sürekli hayal kırıklığına uğruyor. Aslında "Palyaço" figürü Hopper'ın kendisinin yansıması olarak gördüğü bir karakter. Bu resme bir çeşit otoportre bile denilebilir. Palyaço resmin odağında, şok edici bir beyaz tual edasıyla duruyor. Masasında iki karakter daha var. Biri siyah kasketiyle entellektüel diyebileceğimiz biri, diğeri ceketindeki apoletleriyle, hangi anlamı yüklenmiş bir asker?
Hopper, bizlere yaşamdan bir enstantane gösteriyor. Bu modern zamanların bir kesiti ve Hopper'in bu özel anı kasıtlı seçtiği belli. Palyaço, işine ara vermiş, sigara içiyor ve resimdeki herkes gibi kendi dünyasında dalıp gitmiş. Kafasının içi belli ki dopdolu. Palyaço, resmin mesajı burada der gibi. Başkalarının etrafında hissedilen izolasyonun ne kadar kötü olduğu... Resimdeki insanlar birbirinden tamamen farklı görünüyor, zengin ve bohem, erkek ve kadın, sanatçı ve naif halk karakterleri gibi. Kesinlikle dünyanın ve zamanın bir kesitine bakar gibiyiz. Herkes kendi dünyasında kaybolmuş gibi görünüyor. Hopper'in yaptığı belki en kalabalık kompozisyonlu bu resmin söylediği şey, bireyler ve gruplar olarak izole edilmişliğimiz. Farklı toplumsal katmanlara ait kişiler ve figürler arasında bir iletişim yok. Bu resimde mutlu olan kimse yok. Yaşam komedisi ve parodisi bu resimle izleyiciye sunuluyor.
Resimde belli ki kafede dolaşan bir palyaço, bir asker, fahişe, en soldaki fahişenin patronu ve en sağdaki aristokrat bir çift. Resimdeki karakterlerin hiçbiri birbirleriyle ilgili değiller. Hayat gibi, zamanımızın değişmeyen kolajı. Birlikte ama yalnız insanlık...
Bu bir kafenin dekoru aslında, arka plandaki mavi tonlar, gökyüzünün mavisi, dalgalı deniz, aslında yaşamın bir sahne olduğunu gösterir gibi. Palyaço figürü hariç diğer kıyafetler koyu renkken kadınlar daha açık tonlarda giyinmişler. Palyaço beyaz kıyafetiyle resimdeki masumiyetin simgesi. Palyaço kesinlikle resmi resmeden sanatçının kendisi. Sanatçının palyaço olması zaten resimdeki ironiyi özetliyor. Masumiyetin simgesi beyazlar içindeki bir palyaço, ağzında sigarasıyla ve hüzünlü bakışlarıyla önündeki kadehe yoğunlaşmış.
Resimde hem palyaço hem fahişe kırmızı ruj sürmüş yani orada olmalarının iş nedeni ile olan iki kişi gibi. Yahşi kapitalizmin daha da yalnızlaştırdığı iki karakter…
Bir kafeden çok bir gemideyiz .
Palyaço ağzında bir sigara önündeki sürahiye odaklanmış ve biz onun yalnızlığını mesele etmiyoruz. Resimdeki kişileri kendi üzüntüsü ve yalnızlığı içinde kendi yalnızlığımıza ortak arıyoruz. Zamanın birinde bir yolculuk düşü kuruyoruz. Dünya ve şehir bir dekor, bizlerse sevgisiz figüranlarız. Bizi görecek başrol oyuncularımızı bekliyoruz. Figüran olarak kalmayı becerebilirsek daha mı mutlu olacağız?
Eylül 2024 | Ganita Sahili