Günlerdir “troller” Başkanı, hükümeti, bakanı düşleri zorlayacak biçimde “müjdeli haberlerle” zam yorumlarına konu yaptılar: “Başkanımız, hükümetimiz, bakanlarımız o kadar iyi niyetliler ki, çalışan kesimi mutlu etmekten, yılbaşına müjdeli haberler vermekten başka hiçbir kaygıları, endişeleri yok!” Yapılacak zamlar, kök maaşla ilgili rakamlar, hatta seyyanen verilecek miktarlar bile yazılıyor. “Başkanımız, hükümetimiz o kadar adaletli, düşünceli ki, bir haksızlık olmasın diye hakem kuruluna gidiyor ve öyle karar alıyor. Zam alamayanların-sanki verdiler de emekliler almamış gibi- sorunları da yılbaşına kadar çözülecek.”
Sürecin reklamını ve pıropagandasını hiç durmadan yapıyorlar: “Elinde imkanı bulunsaydı, başkanımız, hükümetimiz, bakanımız vermez miydi? O kadar iyi niyetli insanlardan sizleri düşünmemek gibi bir kuşku olabilir mi?” Olur: Zengine, yandaşa var, emekliye yok.
Sonbahar geldi: Yalanın sonu göründü; faizle, yadsınan enflasyonla yüzleşmeler başladı.
Hakem kurulunu kim, ne için seçer ve kimlerden oluşur? Kararı halka, çalışanlara göre mi, yoksa atayanlara göre mi alır, ya da kararda ekonomik gerçekler mi etkin olur?
Günlerdir toplantılar yapıldı; bir, iki, üç… Öneriler, rakamlar, dilekler, öngörüler, tahminler, uzman görüşler-öyle ya çok ciddi bir iş-reklamları-algısı gırla gitti. Vaatlerin bini bir para ve havada uçuştular. Sanki “faiz sebep, enflasyon neticedir” mucizevi(!) ekonomik anlayışıyla ülkeyi batma noktasına son süratle getirenler onlar değilmiş gibi, kaderini yazdıkları toplumun gazını almaya çalıştılar. Başaramadılar-yerli ve milli görünüp topu başka bir yere atmak gerekiyordu sorumluluktan kurtulmak için-onu başarıyla yaptılar: “Hakem Kurulu” karar verecek ve zam sıkıntısından kurtulacaklar. Ayakları yere basmayan, üç yıldır yürüyemeyen, ama Avrupa tarafından kıskanılan ve Araplara ödün üstüne ödün verip dilencilik yapılarak getirilen ekonomi, felaket bir sonbaharla karşımıza dikildi.
TÜİK sepetin içindekileri değil, istenileni “enflasyon” diye açıkladı. Maaşlara zamlar TÜİK’ e göre yapıldı. TÜİK’ in paralelinde bir de ENAG var. Akademisyenlerin oluşturduğu gayri resmi bir kuruluş. TÜİK, hükümetin atadığı bürokratlardan oluşan resmi bir kurum, yani devlettir. Devlet vatandaşına güven verir; vatandaşını aldatıp kandırmaz, yalana, dolana başvurmaz: TÜİK’ in yalan rakamlarını ENAG düzelterek millete güven verdi.
Haziran ayında devletin enflasyonu %3,21, ENAG’ ın enflasyonu %8,5. Zam ENAG’ a göre yapılmadı. TÜİK’ in temmuz ayı enflasyonu %3.21’den %9,9’a yükseldi. Zaten ENAG’ ın enflasyonu %9.49’du. TÜİK verilerine göre yapılan zam, devlet eliyle milyonlarca çalışanın hakkını yemektir, adaleti çiğnemek, yok etmektir. Ruzi Mahşere inananlar bunun hesabını nasıl verecekler? O Tanrı ki, “bana kul hakkıyla gelmeyin” diyor. “Nas” diyenlerin buna inandıklarını zannetmiyorum.
İşçiye, memura, emekliye yapılan düşük zamla gasp edilen hakların, uğratılan zararların telafisi için ufukta hiçbir toplantı görünmüyor. Ne vaat var, ne müjde; yokluğun ve yoksulluğun içinde halk, kendi yağıyla kavrulacak! Yılbaşına dört ay daha var. Bu millet ne yeyip ne içecek? İnsan gibi yaşamak herkesin hakkı değil midir?
Düzenlenen toplantılar, memurun, işçinin, çiftçinin, emeklinin sorunlarını çözmek ve durumlarını düzeltmek için yapılmıyor. Toplantılar sorunların sürmesi, duyguların sömürülmesi, çalışanlardan yana görülmesi ve para verilmemesi için yapılıyor, uzatılıyor da uzatılıyor. O kadar laf dönüyor ki ortalıkta, “sanılsın, iktidar çalışandan, emekçiden yanadır.”
Bugün devletin hangi etkili ve yetkili kademesinde bulunan insanlar ülkenin, halkın ve çalışanının sorunlarını bilmezler? Biliyor ve görmezden geliyorlar: Maaş ve ücretlerdeki adaletsizlikten beslenen anlayışın “iç hesapları”, büyük çıkarları var. Halktan yana alınacak(!) kararlar için “çıkarlar örtülsün” diye uzun uzun toplantılara ihtiyaç duyuluyor; benzine, motorine, altına, ekmeğe, dolara, elektiriğe, doğalgaza, gıdaya… zam yapılacaksa “serbest piyasa ekonomisi” denilerek otomatiğe bağlanıyor, hiç gocunulmuyor; kimileri için de “borsa” deniyor. Oy verenlerin büyük bir kısmı “dünyada bir kıriz var” diye inanıyor, “dış güçler” diyor ve Başkanıyla, iktidarı temize çıkarıyor, ama “çalışana, emekliye, köylüye serbest piyasa ekonomisiyle neden verilmiyor, halkın geliri neden otomatiğe bağlanmıyor” diye sormuyor. “Neden vergi üzerine vergi bindirilerek devlet eliyle vatandaşın cebindeki para zorla alınıyor?”
Her zorlandığında İBAN numarası veren hükümet, “itibardan tasarruf olmaz” diyen bir zihniyet, saraylarında, köşklerinde, zırhlı araçlarında, koruma ordularıyla saltanat sürerken, “bir defaya mahsus olmak üzere” deyip başlattığı ve aldığı Özel Tüketim Vergisi’ne süreklilik kazandırırken, şimdi de Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni tekraren alıyor.
SEKA’ nın on bir kağıt fabrika ve işletmesi satılıp kapatıldıktan sonra, iktidarıyla, muhalefetiyle “ülkenin kağıtta tamamen dışa bağımlılığı, eğitime, öğretime ve Türk kültürüne indireceği darbe, gençliğin çok pahalılıktan ötürü kitap alıp okuyamaması” konulu bir dizi bilinçlendirme toplantıları neden yapılmadı? Radyolar, televizyonlar, kağıda en çok ihtiyaç duyan gazeteler, dergiler ve “çocuklarımız, torunlarımız cahil kalacak” diye ülkem insanları neden bas bas bağırmadılar, yazmadılar, çizmediler, sesleriyle gök kubbeyi inletmediler?
Allah aşkına, vergisi ödenmeyen bir meta kaldı mı? Bunca vergi yükünün altında milyonlar “sabırla” ezilirken “bu, ne biçim halkını düşünmektir, yerli ve milli olmaktır” diye soranlar azlıktan kurtulabildiler, iktidara oy verenlerden destek alabildiler mi?
Dolar çıkmasın diye Merkez Bankası boşaltıldı. Dolarlar satılırken günlerce, haftalarca süren toplantılar yapılmadı. Kur farkından binlerce kişi dolar milyoneri oldu, milyonlar yoksullaştı. Zengine verirken hiçbirinde toplantıya ihtiyaç duymadılar. Ama halka vermemek için toplantı üzerine toplantı yaptılar. Neden? Hizmet zenginedir, güçlüye, nüfuzluya, fabrikatöredir de ondan.
Düşünün, akaryakıta, doğalgaza, elektiriğe, internete, telefona… zam yapılırken aylarca süren toplantılara ihtiyaç duyulmadı. Yarı gecelerde, zengin zarar görmesin diye anında zammı gerçekleştirdiler. Tüketici derneklerine, halka, uzmanlara danışılmadı, sorulmadı. Darbe yapar gibi bir gece yarısı beş(5) lira birden benzine bindirildi.
Bu ülkede zenginlere neden “özel” vergiler yok? Rakı içine, su içine, sigara içene, araba kullanana, ekmek yiyene, , makarna, sebze, yağ, gıda, giyim kuşam alana… her türlü vergi var, zengine de “vergi affı”... Eksik olmayın!
Sağlığını, cebini, ekmeğini, çoluğunu, çocuğunu ve ülkesini düşünmeyene sözüm yok!
Sevgiyle, esenlikle kalınız…