Veli diye bir adam köyün birinde,
Sessizce yaşadı öylesine.
Köyün ve köylünün uzağında,
Ve terk edilmiş bir dünyanın kovuğunda.
Ne güçten güç almıştı nefesini, ne de servetten.
Ne hangi yaşa vardığını bildi, ne de yaşadığını.
***
Güç bela tüterdi ocağı kayanın yamacında,
Hissetmeden köyün ve köylünün sıcağını.
Ne bilen vardı yüreğindeki yangını,
Ne de gören vardı karanlığa dönen yalnızlığını.
Ötelerden duyulmuyordu sesi besbelli,
Ve ondan başka kimse yaşamıyordu,
Yalnızlığın getirdiği kıyameti.
***
Oysa paylaşıma dair çok vaazlar dinlemişti,
Köyün camisinde.
Ve seçim öncelerinde büyük nutuklar işitmişti,
Köyün meydanında.
Ne gören vardı O’nu o kalabalıklarda,
Ne yalnızlığı şenlendi duyduğu vaazlarla.
***
Ve Köylüyü tanıdıkça sevinirdi yalnızlığa.
Her Cuma dalar giderdi musalla taşına,
Oradaki yalnızlığı eş görürdü yalnızlığına.
***
Çok büyük kalabalıklar gördü cenaze merasimlerinde,
Ve çoğu bir an önce gitme derdinde.
Nice bayramlar yaşadı cami önünde,
Kendini aradı o coşkunun içinde.
Ne samimiyet vardı kucaklaşmalarda,
Ne de uzatılmış bir el vardı yalnızlığına.
***
Yalnız değildi aslında,
Veli’ydi ya beraberdi Yaradan’ıyla.
Ve bir gün sessizce yol aldı yalnızlığından,
O gün uzatıldı boylu boyunca musalla taşına,
Kalabalıkların fırsatı olmamıştı cenazesine katılmaya.
Yaşadığı gibi sessizce göçtü, birkaç iyi adamın omuzlarında,
Ve el salladı kalabalıkların yalnızlığına…