Kadınların yürekleri yere düşene kadar, bir ulus yenilmez.” Tarihte hep böyle oldu bir kez daha neden olmasın ki?..
Cumhuriyet sevdalısı dost bir yürekten, bir değerli eğitim emekçisinden gelen ve beni duygulandırıp, derinden etkileyen aşağıdaki dizelerle başlamak istiyorum.
“Kalemini ruhunu satmayan bir basın emekçisiydi
Uğur Mumcu
Korktular...
Şafaktan korktular
‘Görmekten, duymaktan, dokunmaktan,
sevmekten’ korktular.
‘Tohumdan, topraktan
Akan sudan...’
‘Ümitten’ korktular...”
Aradan geçen onca yıla karşın, özgürlüğe sunulmuş bir top çiçek misali şiir olup, cumhuriyetin devrimci çocuklarının yüreklerine gürül gürül akmaktasın ya, Aşk olsun sana kalpaklı kuvvacı.
Susmak, susmak, hep susmak... Konuşmamak. Üstlenilen görev budur bütün yaşam boyunca, insanları saran küçük çemberler büyüye büyüye demokrasinin boynuna bir halka gibi geçer.
Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek te kural dışı olur bir süre sonra.
Bir kişiye yapılan haksızlığı her insan yüreğinde ve bilincinde duymalıdır. Bütün ağırlığınca. Bu sorumluluk bilinci kurulmamışsa her yeni haksızlık bir “kader” gibi benimsenir bütün toplumda.
Oysa ne yoksulluk ne de haksızlık “kader” değildir. Yoksulluğun ve haksızlığın nedenleri vardır. Bunları birer birer saptayıp toplumun önünde HAYKIRMAK gerekiyor.
Toplumdaki her insandan beklenen bu da değildir aslına bakarsanız. Herkes kendi görevinin sınırları içerisinde dirençli olabilse bir ölçüde kolaylaşır işler... Yargıçsınız; Önünüzdeki sanığın suçsuz olduğunu biliyorsunuz. Fakat emir almışsınız. Mahkûm edersiniz bile bile.
Doktorsunuz; önünüze işkence evlerinden getirilen bir hasta çıkardılar. Verilen emre uyar sahte raporlar düzenlersiniz.
Memursunuz, amirsiniz; bir altınızdaki memurun sicilini bozmak için verilen emirleri körü körüne yerine getirirsiniz. Belki sivilsiniz. Terfi bekliyorsunuzdur. Belki de albaysınız, generallik sırasındasınız, hemen bozarsınız sicilleri. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kendi mutluluğunuzu kurmak istersiniz... Kimler gelir kimler geçer böylece.
Aynı çarklar insanı öğütür. Dönme dolap gibidir yaşam; bakarsınız yüksektesiniz, bir bakarsınız inmişsinizdir o yüksek yerlerden. Geriye sadece insanın kişiliği ve onuru kalmıştır. Ben onuru daha yükseklere sıçrayabilmek için bir “pay akçesi” olarak sürenler eninde sonunda bir insanlık yıkıntısı, bir enkaz olarak kalırlar belleklerde. Uygarca direnişin adıdır “medeni cesaret”...
Bu konuda çok zengin değil toplumumuz. Bir kaplumbağa gibi yaşamayı, bir sürüngen gibi beslenmeyi, bir “yılan” gibi yükseklere tırmanmayı hüner saymışız yıllarca.
Sorumluluk pınarlarından, bilinç çeşmelerinden gürül gürül akan kişilikleri, köhnemiş yasaların kıskacı altında yaşatmayı tek çıkar yol bilmişiz yıllarca. Karanlıkla beslenen korkuları, bir tel örgü, bir dikenli tel gibi sarmışız dört bir yanımıza. Yüreksizliğin “özrünü” bir parça da kendi küçücük dünyalarımızın mutluluğuna sığınarak gidermek istemişiz.
Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu SORUMLULUĞU yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, Özgürlüğün de, Demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, Demokrasinin temellerine tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki “Cesur bir kez, korkak bin kez ölür” önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir “mezar taşı” gibi suskunluk simgesi olmamasıdır.(*)
Saygıyla, Minnetle, Tarifsiz bir Özlemle...
(*) Uğur MUMCU- Yeni ortam 9 Aralık 1974.