Gazetecilikte üçüncü sayfa haberciliği diye bir tabir var.

Habercilikte,  gazetelerin üçüncü sayfasında yayımlanan ve ağırlıklı olarak, kaza, yangın, gasp, darp, cinsel şiddet, bıçaklama, adam yaralama, öldürme gibi adli olayları işleyen haberlere verilen addır üçüncü sayfa haberciliği...

Şöyle bir gazete sayfalarını teker teker açıp okumaya başladığımızda birinci sayfayı çevirir çevirmez hemen gözümüze takılır bu haberler.

Cinnet.

Cinayet.

Kundaklama.

Cinsel saldırı.

İntihar.

Gasp.

Hırsızlık.

Ve benzeri olaylar biraz da dramatize edilip senaryolaştırılan sayfalarda olaya ait fotolarla yerini alırdı.

Alırdı diyorum, çünkü kitle iletişim araçları bugünkü gibi yaygın değildi.

Şimdi elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlar, odamızda bir parçamız olan televizyonlar sayesinde bu tür haberlerle içi içe yaşar olduk.

Toplumsal ahlaka ve duyarlılığa aykırı TV’lerde bazı programlar var ki kırk yıl düşünsen olmayacak, akla haf salaya sığmayacak aykırı ne kadar olay varsa şahitleri ve failleri ile birlikte program adı altında yayınlanmakta.

Yok emicesinin oğlunun kızıyla dayısının damadı, üvey babanın sapkınlıkları, kandırılmış elinde avucunda bulunan paraları bu işlerde profesyonel olmuş kadınlara kaptıran 70’lik dedelerin feryatları, genç kızların sosyal medya yoluyla evini terk edip sonradan ağlayışları, kırk bin türlü suçla dolu siciline rağmen kandırılan erkek ya da kadınların sızlanıp ben mağdurum diye ağlayışları, aile içi şiddet ve aykırı ilişkilerin açığa çıkması ile birbirlerini suçlamalar ve bunun gibi yazmaya hicap duyduğumuz olaylar bir güzel TV’lerde program halinde sunulmakta...

Ve toplumsal ahlâk adına uğraş veren kurumlar ya da vicdanlar bu konuda sessiz kalabilmekte. Ya da çıkışları eleştirileri dikkate alınmamakta.

Bir konu ne kadar çok dillendirilip anlatılır ve de iletişim araçları ile yaygınlaştırılarak kitlelere ulaştırılırsa maalesef merak uyandırır. Bu programları denetleyen yok mu?

Bu konu basın özgürlüğü ile açıklanamaz. Özel bir izleyici kitlesinin merakı reyting uğruna ticarileştirilemez. Haberlere bile konu olamayacak bu tür olaylar dramatize edilip tarafların da beyan ve konuşmaları ile arkası yarınlara dönüştürülüp merak uyandırılması sağlıklı bir durum olamaz.

Konu ciddi.

Duyarsız kalmamak gerekir.

Merak uyandırma taktiği ile sürüp giden bu programlara karşı yasaların yapacağı bir şey yok mudur?

BU VADİYİ NİÇİN BOŞALTMIŞTIK

Trabzon’un iki vadisi anlamlı bir çalışma ile yeniden düzenlendi.

Tabakhane Vadisi ve Zağnos Vadisi yılların ihmalkârlığı ile maalesef yaşanılır alan olmaktan çıkmıştı.

Gecekondu bile diyemeyeceğimiz insanımızın yaşama tutunma adına yaptığı evler ve oluşan yerleşim merkezi tam bir çarpık kentleşme örneği olarak zaman içinde karşımıza çıktı.

Büyük maliyetlerle yapılan değişim ve düzenlemeler, ihmalkârlık ve düzensizlik neticesinde oluşan bu çarpıklığı giderme adına tarihi surlarla içi içe yaşayan halkı da rahatlatacak kamulaştırmalarla sonuca ulaşıldı.

Ama...

Aması şu.

Zağnos Vadisi birkaç husus dışında amacına uygun düzenlenmesine rağmen Tabakhane Vadisi için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Projeler yapılırken görselleri çok iyi görünmüş olabilir.

Lâkin sonuçlandığında Tabakhane Vadisi'nde aynı güzelliği ve işlevselliğe kavuştuğunu görememek ‘Bunca masrafa ve uğraşa değdi mi?’ sorusunu akla getirdi.

Tabakhane Köprüsü'nü geçerken şöyle bir durun.

Hem deniz tarafına doğru bakın hem de güneye doğru.

İyice gözlemleyerek bakın ama.

Deniz tarafında ne göreceğiz:

Otopark. Yarım kalmış üstünü otlar kaplamış bir kazı alanı.

Zoru başarmışız. Kamulaştırma yapılmış. Surların etrafını bir ur gibi sarmış yapılar temizlenmiş ama henüz bir çalışma yapılmadan şehrin en merkezindeki alan şimdilik otopark olarak kullanılmaya devam edilir halde bırakılmış.

Şimdi köprünün öbür tarafına dönelim.

Yani vadiden Yenicuma'ya doğru.

Ne görüyoruz?

Satılmak maksadıyla yapılmış bazı dükkanlar.

Alıcısı çıkmayan biçimsiz yapılar ve yol boyunca gelişi güzel dizilmiş araçlar.

Bu araçlar yol boyunca park yapsın diye mi onca para harcanarak buralarda düzenleme yapıldı?

Hadi okulu anladık.

Şu Öğretmenevi’nin yeri sizce uygun mu?

Başka şehirlerde en güzel en havadar en manzaralı yerlere kurulan öğretmenevleri Trabzon'da yerini vadiye, kalın duvarların arkasına bırakmış. Öğretmenlerin sosyal hayatına katkı verecek bir ortam oluşturulmadan  inşa edilmiş.

Tabakhane Vadisi'nin hemen köprüye bitişik belediyenin park bahçelere ait eski çiçek ve fidan üretim merkezi de bu düzensizlikten nasibini almış. Tarihi manolya ağacı da kaderine terk edilmiş.

Vadiyi temizledik.

Yol yaptık.

Yolun otopark haline getirilmesine ses çıkarılmadı.

Sağlı sollu park etmiş araçlar trafiği zora sokmakta.

Dükkanlar yapıldı.

Satışa sunuldu.

Alıcı çıkmadı.

Zaten işin ruhuna aykırı idi bu yapılar.

Bir yetkili çıkar da Tabakhane Vadisi'ni tüm olumlu olumsuz yönleri ile incelerse bizim yazdıklarımızdan daha fazlasını da tespit edeceğine eminim.

Sahi biz bu vadiyi niçin planlamıştık?

TÜRK İŞÇİLER 1965'TE BAYRAM NAMAZI KILDIKLARI KİLİSEYE YARDIM YAPMIŞTILAR

Gurbettesin. Ama öyle bir gurbet ki, dilleri var dillerine benzemez, dinleri var dininle bağdaşmaz...

Yıl 1965.

Türk işçileri belki de köyünden ilk çıkmanın şaşkınlığı ile kendilerini Almanya'nın Köln şehrinde bulmuştur...

İnsanları farklı.

Davranışları farklı.

Yemekleri farklı.

İbadetleri farklı...

Aile düzenleri, yaşam biçimleri velhasıl her şeyleri çok farklı...

Yaşama ayak uydurmak zorundalar bunca zorluğa rağmen...

Her şey çözülürdü de bayram gelir, cuma gelir, ramazan gelir ama şöyle bir huşu içinde ibadet yapacak mekân yoktur...

Cuma sonrası oturup hasbihal edilecek, bayram namazını birlikte kılabilecek, sonrasında toplu bayramlaşabilecek bırakın camiyi bir mescit bile yoktur.

İşte bu yokluklar içinde bizim işçilerimiz manevi boşluğu dolduracak, ibadetlerini aynı Türkiye’deki gibi yapabilecek, hem dinin gereklerini yerine getirip hem de geleneksel bayramlarını birlikte kutlayacak mekân aramaya karar verirler.

İşte bu tatlı telaş içinde yaklaşan bayram için namazlarını kılacak geniş bir mekân arayışı içine girerler.

1965 yılının ilk günlerinde, Köln’deki Türk işçileri kafa kafaya verip çare üretmeye koyulurlar.

Yaklaşan bayram için namazını kılacakları geniş ve kapalı bir mekân aramaktadırlar.

Herkes fikrini söyler.


 

Her gün gördükleri ve 632 yılda bitirildiğini öğrendikleri Köln'deki Dom Katedrali'nin namaz kılmaya elverişli olduğuna karar verirler.

Sözü edilen katedral “hem yeterince büyük hem de en nihayetinde bir ibadethane” diye düşünürler.

Olurdu, olmazdı derken, inşası 632 yıl süren, Katolik Dünyası’nın en önemli merkezlerinden biri olan “Dom Katedrali”nde bayram namazı kılmak için girişimlere başlarlar.

Öncelikle bu girişimi yönetmek için bir heyet oluşturulur.

Kardinale kadar ulaşırlar.

Dom Kilisesi’nde bayram namazı kılma isteğini kendilerine iletirler.

Tartışma başlar.

Kilise çevresindeki bir kısım Hristiyanlar, bu konuda olumsuz tavır takınırlar.

Müslüman Türkler arasında kilisede namaz kılma fikrini olumlu karşılamayalar da vardı.

Ancak Katedral yönetiminden bir üyenin kararıyla beklenen izin çıkar.

3 Şubat 1965 tarihinde, bayram namazının Dom Katedrali’nde kılınmasına kararı verilir.

Ancak bugünkü gibi iletişim kanalları çok gelişmiş olmadığından bu kararın duyurulması ve cemaatin toplanması nasıl olacak diye düşünülmeye başlanır.

Heyette olanlar duyuru metnini defter kâğıtlarına yazarak Türk işçilerin kaldığı pansiyon, yurt ve lojmanlara dağıtır.

Yusuf Topçu ve İbrahim Toparslan’ın başını çektiği heyetin önünde daha 2 hafta vardır.

Bu haberi Köln’deki 15 bin Türk’e duyurmaları gerekmektedir.

Her gün, defter yapraklarına el yazısıyla 50-60 tane ilan yazıp, Türk işçilerin kaldığı yurtlara dağıtıp, fabrikaların duvarlarına asarlar.

Duyuruda 13 Şubat 1965’te Dom Kilisesi'nde kılınacak bayram namazı için hazırlıklı gelinmesi, Bayrama yakışır tertip düzen içinde olunması belirtilir.

Bisikletlere binerek tüm Köln’ü birkaç gün içerisinde dolaşırlar.

İlanlarda; herkesin hazırlıklı olarak, en münasip şekilde gelmesi rica edilir.

Vee beklenen bayram günü gelir.

Günlerden çarşambadır.

Türk işçileri tıraşlarını olmuş, takım elbiselerini giymiş halde, Dom’da toplanmaya başlarlar.

Yanlarında getirdikleri gazete ve örtülerle, heykellerin üzerini kapatırlar.

Nihayet 3 Şubat 1965 günü Dom’un Kuzey yakasında, yaklaşık 700 kişiyle bayram namazı kılınır.

O an orada, Katedral görevlileri dışında, ne olup bittiğini merakla izleyen gazeteciler ve çok sayıda Alman da vardır.

Namaz biter, bayramlaşılır, küçük ikramlar yapılır.

Namazdan birkaç gün sonra “Kolnische Rundshau” gazetesi, kılınan namaz için “Tarihi bir gündü” manşeti atar.

“Die Zeit” gazetesi “Haçlı seferine gidenlerin uğurladığı Dom’da ezan sesi” diye başlar yazısına ve şöyle devam eder: “Türk işçiler Dom’da bayram namazı kıldılar. Giderken de kilisenin yardım kutusuna para atıp öyle gittiler.”

Evet bir bayram namazı öyküsü Köln'de böyle yaşandı.

İşçilerimizin namaz sonrası kilisenin yardım kutusuna para bağışında bulunmaları sıradan Almanların olduğu gibi Alman basının da dikkatini çekmişti.

Kendilerine sağlanan bu imkânı karşılıksız bırakmayan Türklerin asil ve yardımsever davranışı belki de Almanya'da daha sonraları her şehirde açılan camilerin önünü açan anlayışa hizmet etmişti.

Nitekim geçtiğimiz yıllarda Köln'ü ziyaretimizde Dom Katedrali’nin hemen karşısında yapılan büyük bir camii ve külliye sanki o yıllarda temeli atılan hoşgörü ve saygının bir eseri gibi şehirde Müslümanları bir araya getiriyordu.

Not: Bu yazı çeşitli yerli ve Alman kaynaklardan araştırılarak yazılmıştır.