On iki yıl önce Sivassıpor-Tırabzonsıpor maçının ilk dakikasında Jaja’nın attığı golle başlayan ritim bozukluğumu, değerli hocam, tüm çabalara karşın düzeltemediği için, pil takmak zorunda kalmıştı. Beş yıl kullandıktan sonra nefes darlığının başlamasıyla, eski pilin yerine üç kablolu pil takmıştı. Yeterli oksijen alamayan akciğere normal miktarda kan pompalanmasıyla nefes darlığı ortadan kalkmıştı. 
Son pilin dört aylık ömrü kalmıştı. Üç kablolu pili değiştirmek için dört gün vardı. Hocam, “değiştirelim” dedi. “Peki” dedik. Değiştirilmese, dört ay sonra “kader tecelli edecek ve ölecektim.” Kaderim pilin ömrü kadardı… “Bir şey olmaz” deyip pil değişimini geciktirdikleri için ölen nice insanlar var. 

“Pilin ömrü benim ömrüm, benim kaderimdi.” Ve kaderim doktorun elindeydi. Hayatta kalmam “vade, dane” hesabı değildi. Hasta, yaralı, ritmi bozuk kalbime düzen veren, ritim tutturan, yeterli enerji üretemeyen, ihtiyaç duyduğunda yardım eden pil değişince sorun bitecek; bana altı-sekiz yıllık daha bir ömür verecekti. Yaşam yeniden başlayacak, duygular, düşünceler, umutlar, beklentiler, kızgınlıklar, öfkelenmeler, sevgiler, dostluklar, arkadaşlıklar, çiçekler, ağaçlar, güzel günler, denizin, gökyüzünün maviliği, kitaplar, dergiler, yazılar, insani ilişkiler, rengarenk bulutlar, “rengarenk” yağmurlar ve yıldızlar bıraktığımız yerden kesintiye uğramadan devam edecekti.

Operasyon, sol köprücük kemiğinin altında, önceden yapılan “deri cebin içine yerleştirilen eski pilin alınıp yenisinin takılmasıyla” son bulacaktı. Kesinin ve pilin cebe konulurken yaratacağı acıyı duyurmamak için boyun, omuz ve göğüs bölgesine lokal anestezi uygulanacaktı. Yapılanları duyacaktım, ama acıyı hissetmeyecektim. Mikrobik bir durum yaşanmazsa, apse olmazsa, küçük kesi ve kısmen oluşacak deri altı kanamalar on-on beş gün içinde düzelip iyileşecekti. Bu arada pilin ayarları da tamamlanmış olacaktı. Kan basıncı, beyne, akciğere giden kan, nefes darlığı, öksürük, gıcık olup olmadığı gözlenecekti.

Bugün Çarşamba… Cumartesi pıhtı eritici ilacı keseceğim, iki gün almayacağım, iki gün de operasyondan sonra. Pıhtı oluşur, atılır mı? Katarak ve pırostat operasyonlarında aynı yöntem uygulanmış, bir sorun olmamıştı. Bu operasyonda da bir sorun olacağını düşünmüyorum. Tahliller ve tetkikler sonucu vücudumun beş günlük ilaçsızlığı tolere edecek güçte olduğuna inanıyorum; bol bol su içeceğim. 

Hastaneye gitmeden önce “kovid” olmadığımı testle belgelendirmem gerekti. Test yapılmadan hastaneye yatış olmuyor. Cumartesi günü test olacağım, sonucunu pazartesi hastaneye sunacağım. “Aklın, bilimin, deneyimin yanında şans, talih, kader, kısmet” yok, … Her şey akla, bilgiye, beceriye göre yapılacak…

“Ya bir şey olursa” diye düşünülebilir. Olur, olabilir. Önlem için bir sürü araç-gereç, makineler var. Teslimiyet yok. / Benim daha çok okunacak kitaplarım, yazılacak konularım var. / Vücut bitmişse, organlar tükenmişse, çok çok da bitkisel hayata girilir: Birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay… Ne kadar dayanabilirse? Vücudu tükenmiş bir beynin gücü ne olur, bilmiyorum. Bitkisel hayata girmiş beyin duymaz, düşünmez, bilmez, acı çekmez, ottur yani. Yine de kimileri “vade bu kadar, danesi bitti” deseler de.

İnsanın kendi ölümünü düşünmesi ne kadar saçma değil mi? Ben o saçmalığın içindeyim: “Ya kalbim durursa” değil mi?

Pazar günü akşamı tıraş olacağım. Saçlarımı tarayacağım. Güzel duygu ve düşüncelere sahip olmam gerekiyor. Pazartesi kızım gelip alacak bizi. Eşimle birlikte operasyonun yapılacağı özel hastaneye gideceğiz. / Yıllardır beni gözlemleyen hocam Hacettepe’den ayrılmak zorunda bırakılmıştı. / Siyaset, “sağlık politikasını” çıkmaz bir sokağa taşıdı, devletin “sosyal” tarafını yok etti. / Yirmi beş yıldır Hocamın kontrolündeyim. İki yıl Koşuyolu’nda, on beş yıl Hacettepe’de kontrole gitmiştim. O gün, bugündür Hocamlayım. Özel hastaneye geçmesine karşın ben de onu bırakmadım. Bunun için “başka doktor yok mu” demeyiniz. Yirmi yedi yıllık hastalığım, baypasım, daha sonra ana damarın çatalındaki tıkanıklığın balonla açılışını ve göğsümdeki yangıyı yok edişini hiç unutmadım, on bir yıllık pilli savaşımı birlikte yürütüyoruz. Hocam üçüncü pilimi takacak. Sarsılmaz bir inancım ve güvencim var. Hiçbir kaygım, tasam, endişem yok. Türkiye’nin çok değerli bilim insanlarından biridir. 

Pilin fiyatını hastaneden öğrenip bize söyledi. İthal olduğu için “kur farkından” ötürü ederi bayağı yüksekmiş. Yıllardır hazırlık yaptım, baypas olduğum için hiçbir sağlık kuruluşu sigorta yapmıyor bana. Özellikle iktidar için söylüyorum-ben bir yurttaşım ve devlet desteği yurttaşlarından uzak tutulmamalı… İnsan sağlığı, yaşama hakkı “pazarlık konusu edilen bir mal, bir meta” olarak görülmemeli. Biz insanız değil mi?

Parasını ödeyemeyenler ne yapacak? SMA Hastası çocuklar gibi ölecek. Sonra da “kader, kısmet” diyecekler, “vadesi bu kadar, danesi bu kadar…” / Bu çocukların kaderi, “bu ülkenin ekonomik politikalarında” yazılanlardır. Tanrılar, o kararları yazıp imzalayanlardır.” 

Bugün pazartesi. Hastaneye yatış gerçekleşti. Damar yolu açıldı. Ameliyathaneye çağrılmayı beklerken oda telefonum çaldı; hemşire “Hocam konuşacak” dedi. Hocam: “Sizin pilinizden yok” dedi, “muhtemelen bir iki haftaya gelir. Yine de araştırmayı sürdüreceğim.” Kızım da durumu anlattı. Yokluk salt ilaçta değil, “kalp pili” gibi sağlık araç-gereçlerinde de varmış. Moralim bozuk bir biçimde hastaneden ayrıldım. (Üç gün sonra pil takıldı.)
Düşünün, vatandaşının sağlık-ilaç sorunlarını kur yüzünden çözemeyen bir hükümet bu ülkeyi yönetiyor.

Sağlıkla, sevgiyle kalınız…