Çağdaş olmak…  aynı çağda yaşamak, çağcıl olmak anlamına gelmiyor ne yazık ki. Bu kadim kente ve kent yaşayanlarına layık görülen ötelenmiş olmanın yakıcı sızısının yanı sıra, kente karşı sorumlulukları olan seçilmişi ve atanmışıyla birlikte tüm bileşenlerin benliğini kuşatan umursamaz bencilliğin gemi azılı almış hali gelecek kuşaklar tarafından asla hayra yorulmayacaktır.

Başımıza ne gelmişse, yarı cahillerden, akıl yerine kurnazlığı ikame eden şarlatanlardan ve ne yazık ki en çokta bunlara inanmak safdilliğini gösterenlerden gelmektedir. Yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar, daha doğrusu yıkımı ve hiçliği önerenler ise yapıp-etmelerinden asla vaz geçmiyorlar…

Yaşanmaz hale getirilen kent kültürü ve ulaşılmaz kılınan kent yolları, bu günlerde Valilik makamının duyarlılığı nedeniyle sıkı bir denetime tabi tutulup kısmen rahatlasa da;  eski kötü alışkanlıklarından bir türlü vaz geçmek istemeyen işgalciler, yeterli sayı ve mesleki formasyonu olmayan personel ve en önemlisi de kavşak giriş ve çıkışlarını bile paralı park yerine dönüştüren belediyecilik anlayışında diretenlerle nereye kadar?

Beton santrallerine iş çıkarmak gayesiyle, bırakın yerleşim bölgelerini doğanın tümünü beton şantiyesine dönüştürenlerin…  Uzungöl’ün ardından Sera gölünü de beton bariyerlerle kuşatmalarına her zaman müdahale edecek bir Bakan mı aranacaktır?  Burnundan kıl aldırmayan konunun uzmanları, yetkili kılınanları hele hele çevre duyarlılıklarıyla maruf çokbilmişlerimiz yaz tatiline mi çıkmışlardır? Toprağı çepeçevre kuşatan bitki örtüsünün, üzerindeki ağaçların en azından erozyona engel olduğu daha ilk okuldan beri öğretilen bir gerçeklik değilmidir?

Ormanın fıtratında var ya!.. Kışın ayazında çıkartılan çamburnu yangınıyla ellerini n kirini ovuşturanlar! Daha şimdiden dünya mirası alanı binalarla kuşattılar bile. Herkesin sustuğu, susturulduğu bu yabanıl süreçte Doğa onlarca kez; akarsuların yolunu değiştiren, önünü devasa bentlerle kesen…  ağaçları vicdansızca katledip, eko dengeyi  bozanların yüzüne tükürse bile, utanmadan “elhamdülillah”  demeleri sizleri yanıltmasın, onların şükrettikleri  kendilerine yeni yeni iş alanları açılmasınadır!

Aymazlığın böylesi hadsizleştiği zamanlarda sevgili Bedri Rahmi EYÜPOĞLU’ nun dizeleri takılır dudaklarıma;

“… En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Canımın içi demesini

Canım ağzıma geldi demesini

Kırmızı gülün alı var demesini

Nerden ince ise ordan kopsun demesini

Atın ölümü arpadan olsun demesini

Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini

İnsanın insanı sömürmesi

Rezilliğin dik alası demesini

Ne demesi be?

Gümbür gümbür gümbürdemesini

Becereceksin.

***

En azından üç dil bileceksin

 En azından üç dilde

na avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil…

Çünkü sen ne tarih ne coğrafya

Ne şu ne busun

Oğlum Mernuş

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.(*)

(*)- Bedri Rahmi EYÜPOĞLU- ÜÇ DİL