Öğrenmektir, bilmektir, düşünmektir, emektir, ekmektir, namustur, ahlaktır.
TÜRKİYE’NİN SORUNU BEYİNDİR, BEYNİN DÜNYAYA AÇILAN BEŞ PENCERESİDİR.
Öğrenecek, bilecek, görecek, düşünecek, soracak; ne, neden, niçin, nasıl… yanıtlarını yanlışsız verecek. Aksi halde göz görmez.
Kulaktan veri akışı sağlanmazsa beyin seslere anlam veremez, insan sağırlaşır. O zaman ne, neden, niçin, nasıl, ne zaman soruları yanıtsız kalır.
Burun koklayacak, dil tadacak, deri hissedecek, beyne bilgi aktarımı olacak; yoksa insan kokusuz, tatsız, hissiz bir dünyada yaşayacak.
Duyu organları beyinle dış dünya arasında iletişim kurar, beyin görüneni, işitileni, koklananı, tadılıp hissedileni kitap gibi okur, anlamlı kılar. Yoksa insan, “öküzün tirene baktığı” gibi bakar ve geçer; üç maymunları oynar: Duymaz, görmez, işitmez.
Beş duyu beyne tanıklık eden beş kaynaktır. Beyin dıştan gelen verilerle beslenir. Kendi gözüne kulağına, kendi burnuna, diline, derisine inanmayan, onların doğruluğunu kabul etmeyen insan, başkalarının gözü, kulağı, ağzı ile hareket eder. O zaman nasıl gerçeği görüp doğruyu anlayabilir?
Tarikatlar, şeyhler-şıhlar-hacılar, hocalar “görmeyin, işitmeyin, sormayın” diyorlar; “sadece imanla itaat edin. Gözlerinizi iç dünyanıza çevirin, bu dünya ile ilgilenmeyin, olan bitenin ayırtına varmayın. Salt bize inanın, güvenin”
İman etmek “şüphe etmemek, kuşkulanmamak, sormamak, itaat etmek, öğrenmemek, düşünmemek, nedenleri, niçinleri, nasılları” araştırmamaktır. Başkalarının gözüyle görmek, beyniyle düşünmek, başkalarının beynine göre yaşamaktır. Oysa her insanın beyni vardır, başkalarına ihtiyacı yoktur. Filozof ne demiş: “Şüphe etmek düşünmektir, düşünmek var olmaktır, düşünüyorum, o halde varım.” Var olmak herkesin hakkıdır.
Oysa şüphe imanı bozar, zayıflatır. Şüphe, imanı kemirir, yok eder. Şüphe sorar, kanıt ister, bilgi ister. Kazanılan bilgi “inancın” yerine geçer.
Niyazi Kahveci Hoca, “iki-on bir yaş gurubu çocuğa soyut eğitim verilemez” diyor; “eğer verilirse, beyinlerine beton dökülmüş olur. Düşünemez, gözü kör, kulağı sağır olur. Soru soramayacağı gibi, öğrenemez, robot gibi ezberler, verilenleri yapar.”
Bugün “soyut eğitim veren tüm kurumlar, tüm okullar ve kurslar çocukların öğrenmelerini, düşünmelerini engelleyici, fakat itaatlerini sağlayıcı” çalışmalar içindedirler. Soran, araştıran, öğrenen, bilen, düşünen gençler yetiştirmek yerine “çobanlarının söz ve direktifleri dışına çıkmayan sürüler” yetiştiriyorlar. Tekkelerin, tarikatların, cemaatlerin, zaviyelerin yaptıkları budur ve bunun için Atatürk o mekanları kapattı; “soran, sorgulayan, düşünen, akla, bilime göre insan yetiştiren” çağdaş okullar açtı.
Bilim “merakla” başlar; soruyla, soruların yanıtlarını aramakla devam eder: “Ne, nedir, niçin, neden, nasıl, ne zaman?” İnsan, sorular, yanıtlar ormanında, bilinmezden bilinene doğru yol alır. Sayısız gözlem, deney, inceleme, araştırma ile kanıtlara, doğrulara ulaşılır. Bilimsel veriler akla dayalı doğrulardır. Dünyanın her yerinde geçerlidir. Rivayetler “gerçek, doğru” değillerdir, salt söylentilerden, dedikodulardan ibarettirler, hiçbir zaman bilimsellikleri yoktur; kanıt, doğru, gerçek olamazlar. Dedikodulardan, söylentilerden, yanlışlardan doğrulara varmak mümkün değildir. Bilirsiniz, “iki yanlış bir doğru etmez.
İnsan çevresinde olup bitenleri merak etti. Suyu, rüzgarı, yağmuru, seli, depremi, fırtınayı… Yazı, kışı, ilkbaharı, sonbaharı, geceyi, gündüzü, ayı, güneşi, yıldızları öğrendi. İğne ile kuyu kazarak bugünkü insanlığı ve uygarlığı yarattı. İnsan merak etmezse öğrenemez, öğrenemezse düşünemez, düşünemezse soramaz, ilerleyemez.
İnsan olmak, insanca yaşamak ne demektir? Haklar, özgürlükler nelerdir? İlerlemek, gelişmek, çağdaşlaşmak, aklı, bilimi öncü seçmek, teknoloji üretmek, sanayileşmek, kalkınmak ve müreffeh olmak; ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları aşmak; eğitimi, öğretimi insanlığa yön verecek, örnek olacak biçimde geliştirmek; üreten, el açıp dilenmeyen, akıllı, bilgili, bilinçli bir toplum yaratmak ne demektir?
Tüm sorunların üstesinden gelmek için, öğrenmek, bilmek, düşünmek; aklı, bilimi yol gösterici kabul etmek ve ödün vermemek… Türkiye’nin sorunudur!
Öğrenmeyen bilemez, bilmeyen düşünemez; düşünmeyen sorunlara gerçekçi yaklaşamaz ve sorunları çözemez. Aynı bataklığın içinde “kurtulacağım, sorunları çözeceğim” diye debelenip durur. Zaten bilinseydi, sorunlar çözülseydi, ülke sorunlar yumağına dönüşmezdi.
Enflasyonu sormayan, merak etmeyen, yanıtını bilmeyen; ekonomi ile ilgili doğru karar veremez. Fahiş fiyatlar neden oldu; döviz-kur, altın, borsa niçin artıyor, neden benim alım gücüm düşüyor? Param neden pula dönüyor? Maaşım, ücretim geçimimi neden karşılamıyor? Yöneticilerin, siyasilerin hataları nelerdir?
Benim halkım merak etmiyor, sormuyor, sorgulamıyor, başkalarının beynine, aklına, düşüncesine, inancına göre yaşıyor. “Benim bir beynim, bir aklım, bir düşüncem ve inancım vardır” demiyor. Her şeyi, iyiyi, kötüyü Allah’tan biliyor? Azcık gözünü açsa, azcık kulaklarını dikleştirse görecek ve duyacak emek ve ekmek hırsızlarını; kendini nasıl yoksullaştırdıklarını, yanlarına aldıkları güvenlik güçleri ve yargı mensuplarıyla insanların yüreklerine nasıl korku saldıklarını, seslerini kestiklerini, tehdit ettiklerini… görecek ve kendilerini var edecekler.
Tüm mesele bilip bilmemekte, düşünüp düşünmemekte, olup olmamakta, emeğine ve ekmeğine sahip çıkıp çıkmamakta; hırsızları görüp görmemekte… Gördükten sonra da oy verip vermekte…
NOT: Her hafta iyi bir kitap okunursa sorunun en az %50’si çözülür.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…
TURAN BAHADIR bilbatuhan@hotmail.com