Neo-Liberaller, II. Cumhuriyetçiler, solcu gibi olanlar, Fetullahçılar, parti kurucuları, Ak Partiden uzaklaştırıldılar. Ak Parti, liderleriyle birlikte kendilerini sırtlayıp götüren bu “aydınları”, “nerede yanlış yaptım” demeden / “özeleştiriye” yer vermeden / hiçbir sorumluluğu üstlenmeden / “ben yaptım, sorumluluk bana aittir” yürekliliğini göstermeden / hep karşısındakileri suçlayıp / yirmi üç yıldan bu yana yanlış üstüne yanlış yaparak bugüne kadar geldiler, dayandılar.

Kullanabildiği kadar kullanarak Neo-liberalleri, II. Cumhuriyetçileri, Fetullahçıları ve rengi solanları, “yaptıkları yanlışları söyledikleri, eleştirdikleri için”, gazetelerinden, televizyonlarından, “havuz medyasından” ve siyasi hayatlarından söküp attılar. Ondan sonra da “düşman belleyerek” haklarında yasal soruşturma ve kovuşturma başlattılar. Yargı önüne çıkararak “Cumhurbaşkanına hakaretten” parasal cezalara çarptırdıkları gibi, içeriye de tıktılar. Bunlar da yetmedi: “Soran, araştıran, hesapları karıştıran, yapılan pislikleri ortaya döken” olmasın diye, düşünceye, yazıya, konuşmaya, yani özgürlüklere yasak getirdiler.

“Her olayda konuşan, her sorunda teorisyen gibi çözüm üreten, yaratıcı düşünceye yer veren, dünya ile uyumu yakalamaya çalışan, yoklukla, yoksullukla, yolsuzlukla mücadele edecek olan parti(!)”, herkesi uzaklaştırdıktan sonra, bir “kişiye” kaldı. İçine kapandı. Artık halkın değil, bir kişinin partisi olarak işlevini sürdürüyor. “Yeni” denecek hiçbir düşünce üretemiyor. “Türkiye yelkenine, rüzgar doldurup istikrar” diyemiyor. Yirmi üç yılda ne oldu da “büyü” bozuldu, “istikrar” bir taraflara uçup gitti? Ne oldu da “Oslo’dan buyana, İmralı ile aralarına kara kedi girdi ve PKK’yı düşman bellediler? Habur’da saygı duruşunda karşıladıkları “insanlık düşmanlarını”, hukuku yok sayarak, devleti çökerttiler. Her konuda, özellikle eleştirildiklerinde, tahammülsüzlüklerinden ötürü yasak üzerine yasak getirdiler. Değişimin, reformun, Avrupa Birliği yolculuğunun, barışın, çözüm sürecinin şampiyonluğunu yapanlar, ölümle, öldürmeyle kol kola girdiler. Asıyorlar, kesiyorlar, koruyup kolladıkları PKK’nın kökünü(!)kazıyorlar(?).

Yandaş gazetelerin, televizyonların yalanları yanında ülke içinde ve dışında ciddiye alınabilecek, sayılacak ve itibar gösterilecek ne düşünceleri, ne de umutları kaldı. Halkın iradesini yok saydılar. Televizyonlarındaki “özel konuşmacıları” salt yalan üzerine kurgularını üretiyorlar. İncir çekirdeğini doldurur doğruları bile kalmadı. Hele ciddiye alınacak konuşmacılarının olmaması Neo-liberalleri, Fetullahçıları, II. Cumhuriyetçileri, rengi solanları aratır oldu.

Hani pahalılıkla kavgaları, hani enflasyonla mücadeleleri? Kimseyi işsiz bırakmayacaklardı. Okuyan her genç ekmeğini kazanacaktı. Kişi başına 25 bin dolar düşecekti. Hazineyi akıtarak zenginleştirdikleri insanların dolarlarını bölüştürerek ancak 13 bin beş yüz dolara ulaşabildiler. Bu süre içinde parti devleti, parti ekonomisi, parti hukuku ve parti adaleti kurdular, özgürlükleri yok ettiler. Artık kimse “Ankara’da hakimler vardır” diyemiyor. Yap İşlet Devret’ in davalarına Londra mahkemeleri bakıyor. Gençlik umutsuz, yurtları-barınma sorunları çözülmemiş, emekliler, çalışanlar, çiftçiler perişan; hiçbir sorunu çözülmedi. Deprem konutları, kentsel dönüşüm hala yalanın felsefesiyle yürütülüyor. Türkiye “masallarla” uyutuluyor.

Eğitim ve ekonomi felç, uluslararası itibar yerle bir olmuş.

Satın alınan insanlarla namuslu olunmaz.

Parti sessiz. Tepki gösterecek namuslu-ahlaklı insanlarını boşuna bekliyor. Biat edenlerin dışında kimse kalmamış. Biat hafif kalıyor, tapınma desek daha doğru olur. “Dokunmak ibadettir”, “tanrısal özellikleri var” diyenleri unutmak mümkün mü? Şahsıyla “devlet ve millet bütünleştirilerek”-padişah gibi-yaratılan suçluların sayısı çoğaltıldı. “O varsa devlet var, o varsa millet var.” “O yoksa devlet de, millet de yoktur.” Totemik anlayışın ilkelliğini yaşatıyorlar millete. Herkesi kör, alemi sersem sanıyorlar.

Tükenmiş bir kafa ve ekonomi ile gelecek yaratılamaz.

Oysa Atatürk ne demişti: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Hiç kimse bu milletten, bu devletten üstün ve yüce değildir.

Düşünce üretemeyen, millete yeni umutlar getiremeyen bir parti tükenmiş demektir. İktidar olmak yeni ve inandırıcı öyküler yazmaktan geçer. Al gülüm, ver gülümle muhalefet olmaz.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

NOT: 10 Yıl önceki bir yazımı birkaç cümle ekleyerek hoşgörünüze sığınıp yayımladım. Örneğin, 13’ü, 23 yaptım gibi…