TRİBÜN / Transfer planlaması ve Porto ile Benfica’dan alınacak ders!

Transfer planlaması ve Porto ile Benfica’dan alınacak ders!

Uygarlık tarihinin yetiştirdiği en büyük bilim insanlarından biri olan Albert Einstein’in. “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar beklemektir’ sözü genelinde ülkemizdeki kurumların büyük bölümünü, özelinde ise Trabzonspor’un yıllardır uygulamalarına en iyi örnek olsa gerek… Yazık ki Bordo-Mavili kulüpte hep aynı eylemler gerçekleşiyor transfer mevsimlerinde ama farklı sonuçlar bekleniyor anlamsızca…

 Sadece bir sezon önce yıldız diye alınan ve takımı şampiyonluğa taşıyacağı söylenen, bu nedenle de yüksek bedeller ödenen futbolcular, beklentileri karşılayamadığı için çok düşük paralarla, ya da bonservisi eline verilerek veya cebine yüklü bir de harçlık konularak yolcu edilirken, taraftarın gözünü boyayacak, sözde yeni yıldızlarla süsleniyor kadro… Ve yeni sezon için yine şampiyonluk naraları atılıyor. Yapılan transfer hatalarından ders alınarak, bu kez kadroya katılan isimlerin büyük işler başaracağı, artık beklenen, özlenen, hayali kurulan şampiyonluğun geleceği müjdesi veriliyor saf  taraftar kitlelerine…

BOZUK SAAT BİLE 24 SAATTE İKİ KEZ DOĞRUYU GÖSTERİYOR!

Bu eylemlerin sonucunda Einstein’in delilik dediği kavramla yüz yüze kalıyoruz aslında… Yani aynı eylemi yapıp, farklı sonuçlar elde edeceğimizi düşünüyoruz. Tabii ki bozuk saat bile 24 saatte iki kez doğruyu gösterir biliyorsunuz. Hayata geçirilen yanlış transfer politikasının sonucu zaman zaman takım üst noktalara taşındığında, ya da birkaç galibiyet üst üste aldığında ise transfer eylemini gerçekleştirenlerin bu işin uzmanı olduğu ve kulübün sırtının artık yere gelmeyeceği düşüncesi şırınga ediliyor beyinlere… Ama bir süre sonrası yeniden hayal kırıklığı yaşamak kaçınılmaz oluyor…

Oysa Trabzonspor kurulduktan sonra dış transferlere bel bağlamış ama bunun sonucu sadece hayal kırıklığı ve ekonomik darboğaz yaşanınca, zorunlu olarak sahip çıktığı kendi değerleri tarafından zirveye taşınmamış mı? Daha önce gözden kaçan, görülmek istenmeyen Yavuz Selim’den yetişmiş isimler tek tek ya da toplu olarak takıma monte edilip de tarihi yazan kadrolar kurulmadı mı? Sonuç olarak  1976’dan 1984’e kadar, yani 8 yılda 6 şampiyonluk yaşanmış, sayısız kupa müzeyi süslemedi mi?

ZORUNLULUKTAN DOĞAN SİSTEM VE BAŞARILAR ORTADA DEĞİL Mİ?

Sahada başarılar elde edilirken, yönetim genç ve kaliteli oyuncuları araştırıp, düşük maliyetlerle takıma kazandırırken, artık yıldızlaşmış ve özellikle 3 büyük kulübü peşinden sürükleyen futbolcuları da tek tek elden çıkarmadı mı?. Bir tek yıldızın satılmasından elde edilen gelir Trabzonspor’un bir yıllık ekonomik sorununu çözmeye yetmiştir zaman zaman. Yani uygulama üretmek, ürettiğini kullanmak, kullanırken başarılı olmak ve sonra da satarak yeni binayı inşa etmek… Bu strateji tesadüfen ortaya çıkarken, Trabzonspor’u ülkenin en büyüğü yapmıştır. Ama ne zaman terk edilmiş, ekonomik darboğazlar ve hayal kırıklıkları sürecine girilmiştir. Hiç kimse artık bunun uygulanamayacağını savunmaya yeltenmesin.

Bakın, Trabzonspor tarihinde şampiyon olamadığı ama yine de önemli başarılara imza attığı dönemlerde de altyapıdan ya da bu kentten yetişmiş insanların yoğunluğu mevcuttur. Bir yandan nicelik, diğer yandan da nitelik açısından doğru hamleler yine Bordo-Mavilileri başarılı kılmıştır. Kim hangi hikayeyi anlatırsa anlatsın, yine de Trabzonspor’un tarihine geçmiş ve hala daha özlemle anılan isimlerin büyük bölümü altyapı ya da Yavuz Selim Sahası orijinlidir.

TEKNOLOJİYE ULAŞMAK BU KADAR KOLAYSA, BAŞARI YOLUNU BULMAK DA BASİTTİR!

Geldiğimiz noktada bunca harcamaya, bu kadar debelenmeye, bunalımlara girecek kadar sıkıntılar yaşamaya rağmen eğer başarı gelmiyorsa, sebebi açık ve nettir. Bu transfer uygulamaları Trabzonspor’un ruhuna aykırıdır. Bu kentin kültürüne, sosyal yapısına, ekonomik değerlerine uymaz. Uymadığı için de reel başarı gerçek anlamda hayalden öteye geçemez. Bir başarı gelse dahi ekonomik maliyeti, getirisinin kat kat üzerinde olur ki, bu da aslında gerçekçi bir ifadeyle Trabzonspor’un felaketi anlamına gelir. Tıptı 2009 ile 2012 arasında Sadri Şener yönetimleri tarafından kurulan kadrolar gibi…

Bugün teknolojiye dünyanın en ücra köşesindeki insanlar bile çok rahat ulaşabiliyorsa, bilime ve bilgi neredeyse elimizin altındaysa geçmişe göre başarma oranı binlerce kat daha kolaydır… Bu koşullarda kendi değerlerini üretmenin önündeki engeller nedir ki? Geçmişte, bilime, teknolojiye, bilgiye ulaşmak için insanlar büyük çaba harcamak zorundayken, izlenen yolla, elde edilen başarılar ortadayken, bugün bu değerlere ulaşmak böylesine basitleşmişse ve siz onlardan yararlanıp, gerçek başarı hikayesini yazmak istemiyorsanız, bu sadece sizin deliliğinizdir. Bunun başka da izahı yoktur.

PORTO VE BENFİCA HEM KAR EDİP, HEM  DE NASIL BAŞARILI OLUYOR?

Futbolun düzeninin değiştiğini savunacak olanlara ise birçok örnek verebiliriz ama en doğruları şu sıralarda Portekiz’de yaşanıyor. Porto ülkenin en başarılı takımlarının başında yer alıyor. Bu kulüp aynı zamanda Avrupa’da da çok önemli sonuçlara imza atabiliyor. Şampiyonlar Ligi veya Avrupa Ligi’nin en önemli kulüplerinden biri olarak kabul ediliyor. Aynı Porto kulübü son 10 yıl içinde sattığı futbolculardan tam 465 milyon Euro (2 milyar lira), Benfica da sadece son 3 yıl içinde transferden 223 milyon 300 bin Euro, yani 1 milyar lira kazandı. Aynı kulüp son 3 yılda ülkesinde şampiyon oldu,şu anda da liginin lideri ve Avrupa’da da sürekli olarak üst turlara çıkmayı, final oynamayı başardı. 

Demek ki kendi kulübünüzün şartlarına göre doğru transfer politikası izlediğinde hem aldığıyla, hem ürettiğiyle, hem de sattığıyla kar elde edebiliyor ve bir yandan da sahada da taraftarını mutlu edecek skorları alabiliyor. Trabzonspor gibi kulüplerin izlediği politika ise bir yandan kurumsal değerleri yerle bir ediyor, diğer yandan ekonominin felç olmasına sebep oluyor ve nihayetinde taraftarlarının her yıl hayal aleminde gezinmesine, sonra da büyük hayal kırıklıkları yaşamasına sebep oluyor.

Sonuç olarak, Trabzonspor, kendi öz kaynaklarında yararlanma adına, altyapıya büyük yatırımlar yapmalı, buradan her yönüyle çok güçlü oyuncular üretmeli, dünyayı da çok iyi tarayıp, maliyeti düşük, yetenekleri büyük ve geleceği parlak oyuncuları harmanlayarak, bir yandan ekonomisini düzeltmeli, diğer yandan sahada da başarıya ulaşmalı ve kendi kimliğine yeniden kavuşmalıdır.

Gerisi laf ebeliği ve boş hayaldir.

HAKAN ÇALHANOĞLU ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ!

‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” demiş Mustafa Kemal Atatürk… Oysa günümüzde sporcunun sonuç üretmesi yeterli görülüyor… Aslında her sporcunun birer örnek olması, ahlak abidesi olarak toplumun karşısına çıkması gerektiği gerçeğini es geçiyoruz son yıllarda… Hakan Çalhanoğlu olayı da böyle bir yaklaşımın ürünü… Hakan, 17 yaşında babası ve menajeri aracılığı ile Trabzonspor ile anlaşıyor ama anlaşmaya uymuyor. Karlsruhe’ye gitmeyi tercih ediyor. Ama babası da, menajeri de aldıkları yaklaşık 200 bin Euro’yu ceplerine atmakta bir sakınca görmüyorlar.

Hani, “Özür dileriz. Tamam imza attık, bunda tazminat maddesi de var ama bu çocuğun, Almanya’da ailesinin yanında kalması, gelişimini burada tamamlamasında daha büyük yarar görüyoruz. Aldığımız parayı da iade edelim ama bizi mazur görün” deme gereği bile hissetmiyorlar. O 17 yaşındaki çocuk büyüyor, birkaç transfer daha yapıyor. Almanya’nın güçlü ekibi Bayern Leverkusen’e geçiş yapıyor. Milyonlarca Euroları artık cebine indirmeye başlıyor.  Ama Trabzonspor’dan babası ve menajerinin aldığı parayı iade etmeyi hiç düşünmüyor. Bunu çerez parası olarak kabul ederek afiyetle yiyorlar, ya da yiyor.

FİFA ve CAS aleyhlerine karar verdiklerinde ise ortalığı ayağa kaldırıp, mağdur rolü oynuyor. Babasının hatasına kurban gittiğini söylüyor. Bir kişi de çıkıp demiyor ki, “Tamam, baban, menajerin hata yaptı da, daha sonra Trabzonspor defalarca parasını geri istedi. Utanmadın mı o paranın üzerine oturmaya?” diye sorma ihtiyacı bile hissetmiyor. Bir yandan da milli takımda birkaç maç oynayamayacak olmasıyla ilgili kamuoyu yaratılıp, sanki Trabzonspor’u suçlu gösterme telaşı gösterenler de mevcut. Ne diyeceksin ki…. Biri şıracıysa, diğerleri de bozacı… Ve birbirlerine iyi şahitlik ediyorlar. Yazık olan ise spora, sporcuya, futbola, futbolcuya… Bir zamanlar, ahlaklarıyla, yaşam tarzlarıyla topluma örnek olan nesil bitmiş, yerine en küçük çıkar için babasını bile suçlu ilan edebilecek ve değerlerini yitirmiş kimlikler gelmiş…

Yazık doğrusu…