TRİBÜN

SÖZDE FUTBOL ZİRVESİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ!

Hafta başında İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen İkinci Futbol Zirvesi’nde, futbolun sorunları, çözüm yolları ve bu noktada eylem planlarının açıklanmasını bekledik. Ama nafile… Aslında yerlerde sürünen futbolumuzun nasıl da bir yıldız gibi dünyayı aydınlattığını (!)konuşmacıların ağzından dinlemiş olduk! Neden bu ülkenin kulüplerinin altyapılarının rezalet olduğunun, okullarda spor ve özelinde futbolun değersiz kılındığını ve nasıl canlandırılması gerektiğinin dile getirilmesini bekledik. Türkiye’nin bir yabancı cennetinden çıkıp, üreten, ürettiğiyle başaran bir futbol ekolu haline ne tür çalışmalar yapılarak gelebileceği konuşulur diye düşündük.

Yapılan devasa statların yanında, nicen bu ülkenin birçok ili ve ilçesinde hala daha FİFA ve UEFA kriterlerine uygun 2. Lig maçlarının bile oynanmasına müsait statların bulunmadığının konuşulacağını sandık. Neden sporda ileri ülkelerdeki gibi bizim köylerimizde, ilçelerimizde, şehirlerimizde çocukların, gençlerin futbol oynayabilecekleri alanların yok denecek kadar az olduğunu anlamak istedik. Tribün psikolojisinin yarattığı şiddetin nedenleri ve çözümün adresi ortaya konulsun ve yıl haritasının çizilmesini istedik. Kulüplerin nasıl da iş bilmez, spor kültürü yerlerde sürünen insanlar tarafından ekonomik, idari ve prestij olarak yerlerde süründüğünün anlatılmasını istedik.

Türkiye’de 1959 yılından itibaren profesyonel futbol olmasına ve Süper Ligin oynanmasına karşın 58 yıldır bu ülkenin tam 53 ilinin bu vitrinde neden yer almadığı ortaya konsun diye çok bekledik. Özellikle Güneydoğu, Doğu Anadolu, Trakya ve İç Anadolu’da futbolun tabana nasıl yayılıp, buradan çıkacak yeteneklerle birlikte illerinin de Süper Ligde temsil edilmesinin nasıl sağlanması gerektiğine yönelik fikirler ortaya atılır diye çok umutlandık. Futbolun özerk yapı içinde, siyasetin arka bahçesi olmaması gerektiği ve bu noktada bu ailenin içinde yer alan bireylere düşen sorumlulukların dillendirilmesini arzuladık.

Hatta, kulüpleri ekonomik batağa sürükleyen yöneticilerin aymazlıklarının son bulması için yapması gereken düzenlemelerin, aşırı borçlanmanın önüne geçmek için ortaya konması gereken mastar planının ele alınmasını ve en önemlisi de Spor Kulüpleri Yasası’nın hayata geçirilmesi için tüm katılımcıların ağız birliği ederek siyaseti sıkıştırmasını arzu ettik. Bunları beklerken, medeni ve çağdaş bir ülkede olduğumuzu unuttuk! Çünkü spor ve özelinde futbolun altyapısındaki tüm eksiklerin temel nedeninin, Türkiye’nin yönetim şekli, onu yönetenlerin bakış açısı ve eylemlerinden kaynaklandığını biliyoruz. Sonuç olarak güzelim ülkemi n siyasetçisinin pohpohlanmasına göre planlanmış bir zirvede, gerçek sorunların ve bu sorunlara sebep olanların konuşulamayacağını bilmeliydik.

ADALETİN OLMADIĞI YERDE NE CENTİLMENLİK,  NE REKABET, NE DAYANIŞMA KALIR

İstanbul’daki Futbol Zirvesi kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyıp Erdoğan uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında kafamı kurcalayan bölümlerini aşağıya aktarıp, sonra da birkaç söz söylemek istiyorum;

“Futbolun özünde, rekabetle birlikte centilmenlik ve dayanışma vardır. Futbol bir meydan okumadır. Burada, Afrika çöllerinden Brezilya gecekondularına kadar, kenar mahalle çocuklarının umudu olan bir oyundan bahsediyoruz. Yeni anayasaya karşı çıkan bazılarının aslında  siyasette jübile zamanı gelmiş ama hala direniyorlar. Daha önce de yedi kez yenildiler, inşallah 16 Nisan’da da yenilecekler. Ülkemize olimpiyatları getirememiş olabiliriz, ama burada dönen dolapları biliyorsunuz. Hakkımız olduğu halde olimpiyatları bize vermediler.”

Evet, doğrudur futbol özünde rekabeti, centilmenliği ve aynı zamanda dayanışmayı barındırır da, bunların ortadan kalkması ya da büyük yaralar almasının sebebi kim ya da kimlerdir Sayın Cumhurbaşkanı?

Semra Özal’ların, Beşiktaş lehine futbolun nasıl dizayn etmeye çalıştığını bilir misin örneğin? Ya da Mesut Yılmaz veya Mehmet Ağar’ların Galatasaray’ın başarısı için tüm diğer kulüpleri yok saymasını… Ve size gelelim Sayın Cumhurbaşkanı… Konyaspor 1-0 galipken, Anelka elle gol atmış, Fenerbahçe bir de ofsayttan golle 2-1 öne geçmişti. Bir de Konya’nın bariz golü verilmemişti. Sonuçta sizin taraftarı olduğunuz Fenerbahçe 4-1 kazanınca, Konya milletvekili size sitem ettiğinde, “Ne oldu ki, Anelka elle gol atıysa… Maç 4-1 bitti” diyerek centilmenliği ve rekabeti ortadan kaldıran hakem düdüklerine sahip çıkmamış mıydınız?

FENERBAHÇE’NİN CEZA ALMAMASI İÇİN  VERDİĞİNİZ MÜCADELEYİ HATIRLIYOR MUSUNUZ?

Peki, 2003 yılında Fenerbahçe taraftarı Trabzon’da küçücük çocukların bile kan revan içinde kalmasına sebep olmasından dolayı aldığı 1 maç cezayı, TV’de canlı yayında, “Fenerbahçe orada misafirdi. Cezayı yanlış buluyorum” diyerek, Tahkim Kurulu’nun anında bu cezayı affetmesinin sebebi olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ya da 2004-205 sezonunda Cem Papila isimli bir tetikçinin Fenerbahçe-Trabzonspor maçında tam 23 kader hatasını sizin taraftarı olduğunuz kulübün lehine yapıp, 2-1 kazanmasına sebep olduğunda tavrınız ne olmuştu? Hatırlar mısınız, Trabzonspor taraftarı sizin de içinde bulunduğunuz, futbolu yönetenlerin de dahil edildiği 40 bin kişilik dev bir protesto yürüyüşü düzenlemişti.

En küçük bir eleştiriniz var mıydı maçın hakemine ya da TFF yönetimine?

Ve nihayetinde 2010-2011 sezonunda, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım ile yönetimini kabul ederken, sonrasında yine aynı kulübün başkanı ve kaptanı Alex de Souza’yı makamınızda ağırlayıp, “Aman Buca’da bir kaza olmasın” sözlerinizin ardından kraldan çok kralcı hakemlerin gaflet, dalalet, hatta hıyanete varan yönetimleriyle Fenerbahçe’yi şampiyon yaptıklarını… Sonrasında Türk futbolunun yüz karası haline dönüşen 3 Temmuz şike sürecinde yaşananları unuttunuz mu Sayın Cumhurbaşkanı?

 ŞİKENİN BİLE CEZALANDIRILMAMASI İÇİN  UĞRAŞTIKTAN SONRA!...

 Hani, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım ve çevresindeki birçok kişiyle, birçok kulübün karıştığı, şike ve teşvik rezaletini hatırladınız mı? Önce, “Kişilerle kurumlar karıştırılmasın” sözlerinizi, ardından, “Avrupa’ya 3-5 yıl gitmezsek ne olur” sözlerinizi ve bizzat UEFA başkanı Michael Platini’yi bu rezaleti yaratanların kulüplerinin ceza almaması için ikna etme çabalarınızı… Ve kendi çıkardığınız sporda şiddet ve düzensizliği önleme yasasını bizzat değiştirerek, şike ve teşvik primi rezaletine bulaşmış kişilerin ceza evinden kurtulmalarının yolunu açtığınız da aklınızdadır değil mi?

Sonuç olarak Sayın Cumhurbaşkanı, rekabeti, adaleti, centilmenliği böylesine ortadan kaldıranların cezalandırılmadığı bir ülkede, futbolun dayanışma ruhunun da var olması mümkün mü? Bu noktada hiç mi sorumluluk hissetmiyorsunuz? Konuşmanızın bir yerinde Olimpiyatların alınmasında dönen dolapları bizzat yaşayarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Doğrudur da, bizim ülkemizde spor dünyasında dönen bunca dolabın da o olimpiyatların alınmamasında gerekçe olarak sunulduğunu da unutmadık.

Ve son söz, spor ve özünde futbol siyaset üstüdür. Siyasetin görevi, tüm toplumun sorunlarını çözmek olduğu gibi sporun da sıkıntılarını ortadan kaldırmak için çaba harcamaktır. Çünkü siyaset bunun için vardır.

Kesinlikle futbolu ya da sporu kullanmak için değil…

SİYASETİN EMİR KULU, BEŞİKTAŞ’I BATIRAN ADAMDAN NE BEKLENİR Kİ!..

Türkiye’de şikenin artık yasal hale gelmesinin önünü açan, 2010-2011 sezonunda şike yapan kulüplere ve kişilere gerekli cezaları veremeyen ve insanları futboldan soğutan, bu arada Beşiktaş kulübünün de iflas aşamasına gelmesinin başrol oyuncusu TFF Başkanı Yıldırım Demirören de yaptığı konuşma ile gerçekten izleyenlere küçük dillerini yutturdu. Çünkü futbolun içinde hiç olmaması gereken günlük politikaya bu temiz sporu alet etti. Bu ülkede her kulübün taraftarları arasında milyonlarca ‘hayır’ diyenleri hiçe sayarak, ‘evet’ propagandası yaptı. Demirören’in yaptığı konuşmanın son bölümünde,"Daha güçlü bir Türkiye için 17 Nisan sabahı "Evet"diyen bir Türkiye ile uyanmak dileğiyle" sözleri skandaldan başka bir şey değildi.

 Belli ki Yıldırım Demirören kesinlikle spor insanı değil. Olsa sporun asla siyasetin arka bahçesi olmadığını bilirdi. Futbolun özerk yapısına uygun hareket eder, kesinlikle, siyaseti bu kurumun içine sokmazdı. Ama kendisi de bizzat siyasetin emir kulu olarak göreve geldiğini bilen Demirören’den başka ne beklenebilirdi ki? Ancak sonuçta futbol ailesinin içinde her türlü görüşün olduğunu bilerek, bu kadar da açık bir şekilde siyasi taraftarlığını göstermemeliydi. Şunu çok iyi biliyoruz ki, bu ülkede 2010-2011 yılının Süper Kupası’nı bile oynatma başarısı gösteremeyen, şikeyi, teşvik primini cezalandıramayan, güç karşısında korkudan diz bağları çözülen Yıldırım Demirören ve gibilerin, Futbol Zirvesi yapması kadar saçma bir organizasyon olamaz. Bu organizasyon olsa olsa, “Futbol Zırvası” olarak nitelendirilebilir.

 UEFA’NIN TÜRK FUTBOLUYLA İLGİLİ RAPORUNDAN SÖZ EDEN YOKTU

Tam da bu sırada UEFA, Türkiye ile ilgili bir rapor hazırlamış… Kulüpleri, dünyada en çok borçlanan ülkeler kategorisinde başı çektiğini, futbolculara çok yüksek paralar ödendiğini anlatmışlar. En yaşlı liglerden birinin yine Türkiye’de olduğunun altını çizmişler. Bu yaşlı futbolcuların transferlerinin risklerini dile getirmiş. Genç oyunculara değer verilmediğinden söz etmiş, ileri ülkelerde oyuncuların transferlerine bütçenin en fazla yüzde 30’u, 40’ı harcanırken, Türkiye’de bunun yüzde 80’e ulaştığının altını çizmiş. Altyapılara önem verilmediğini, kulüplerin bu noktada sürdürülebilir bir başarı elde edemeyeceklerini vurgulamış…

Ertesi gün tüm gazeteleri tek tek inceledim. Her birinde, Aziz Yıldırım ile Dursun Özbek’in nasıl da barıştıklarını manşetlere taşımışlardı. Yıldırım’ın Aykut Kocaman ve Emre Belözoğlu ile samimi sohbetleri önemli haberlerdi. Sayın Cumhurbaşkanı ile yine Aziz Yıldırım’ın kol kola ne de güzel poz verdiklerini gözümüzün içine soktular. Ülke futbolunun sorunlarından neredeyse tek satır yoktu.

Diyeceksiniz ki ne bekliyordun ki?

Haklısınız?

Ülkenin böyle bir medyası olduktan sonra, futbolunu yönetenlerinin üst seviyede sorumluluk duygusu içinde hareket etmelerini beklemek ham hayalden başka bir şey değildi.

Sonuç olarak al birini vur ötekine…