SPORUN DIŞ POLİTİKASI DEVLETLERDEN BAĞIMSIZ MI?


Olimpik organizasyonların en görsel şöleni açılış ve kapanış törenleridir. Geçit töreninde bütün ülkelerin sporcuları tribünleri selamlar, sempatik bakışlarla yürürken seyirciden de alkış alırlar.
Yaklaşık 205 ülkenin tamamına yakını için durum böyledir... Ama gerek İsrail ve gerekse ABD tepkilerden nasibini almakla kalmaz, müsabakalar boyunca da hep ıslıklanır...
En çok alkışı da, bu iki ülkenin bombaladığı bir ülke varsa onların kafilesi alır... Irak ve Filistin gibi... Organizasyon eski Doğu Bloku ülkelerindeyse Rusya da benzeri akıbete uğrar...
Oyunlar boyunca bu ülkelerin sporcularıyla kim maç yaparsa, seyirci onları destekler. İsrail’in futbolda bazen Asya Grubu’nda, istenmediği zaman Okyanusya, ve nihayet Avrupa Grubu’nda yer aldığını hepimiz biliyoruz...
Malezya’daki Dünya Basketbol Şampiyonası oylamasında başkan Turgay Demirel, “Malezya’nın oyunu almalıyız yoksa 10’a 9 kazanabiliriz veya kaybedebiliriz” deyince biz Kuala Lumpur’dan Sayın Başbakan Erdoğan’ı aramıştık...
Saat farkına rağmen Malezya Başbakanı’na ulaştı ve Türkiye’yi desteklemelerini istedi... Sabah yapılan oylamada da Türkiye, Fransa’ya karşı finalde 10’a 9 üstünlük sağlayarak 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nı organize etme hakkı kazandı...
 2003 yılında ülkemizdeki Sinagog patlamalarını bahane eden İtalyan ve İngiliz takımları İstanbul’a gelmemek için tam bir kampanya başlatmıştı...
Juventus, Galatasaray; Chelsea de Beşiktaş maçını İstanbul yerine tarafsız sahada oynamak için UEFA nezdinde girişimde bulundular...
Biz de Başbakanımız Erdoğan’ı devreye sokarak iki dostu İtalya Başbakanı Berlusconi ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’le görüşüp kulüplerin ikna edilmesinin sağlanmasını istemiştik...
Ancak Başbakan’ın yoğun temaslarına rağmen istediğimiz sonucu alamamıştık... Siyaset, terörü istismar eden kulüplere diş geçirememişti...
Berlusconi “Ben Milan’ın başkanıyım. Juventus rakip takım olduğu için beni dinlemiyor’’ derken, Tony Blair’ın çabası da olumlu sonuç vermemişti... Sporun ruhu değil, güçlünün hukuku kazanmıştı...
Sonunda Galatasaray, Dortmund Vestfalen, Beşiktaş da Schalke Arena’da oynamak zorunda kalmıştı...
2003 yılında Hentbol Milli Takımımız ülke olarak tanımadığımız Rum kesimiyle oynayacaktı. Dışişleri Bakanlığı “Gitmeyin’’ dedi ama biz Spor Bakanlığı olarak Milli Takımı’mızı Kıbrıs’a yolladık ve hem hükmen mağlubiyeti, hem de ceza yenmesini engelledik...
Daha sonra da Beşiktaş, Trabzonspor ve Fenerbahçe, değişik zamanlarda Kıbrıs’a Yunanistan üzerinden giderek maçlarını oynamak zorunda kaldılar...
 1980 Moskova Olimpiyatları, Sovyetler’in Afganistan’ı işgali sebebiyle Türkiye ve Batılı ülkeler tarafından boykot edilmişti...
O günkü gerekçemize sportif bir kılıf bulunmuştu...
“Olimpiyatlara hazır değiliz...”
Tabii bir sonraki Olimpiyat 1984’te ABD’nin Los Angeles şehrindeydi. Bu sefer de Sovyetler’in başını çektiği Doğu Bloku boykotla misillemede bulundu.
Bugün de Türkiye’nin düşürdüğü uçak sebebiyle Rusya’nın ambargoları dalga dalga geliyor. Sporda da bu yaygın bir şekilde devam ediyor. Rus takımları Türkiye’ye kampa yollanmadığı gibi, Türkiye’deki turnuvaların başka yerlere taşınması için kulis yapılıyor.
Bütün bu topyekün savaş, sporun, devlet politikalarından etkilendiği anlamına geliyor. Bazen de spor kuruluşları, “En büyük sağlık, insanı yaşatmaktır. Katliam yapan veya çocuk öldüren ülkeler cezalandırılmalı’’ diyor ve gereğini yapıyor...
Daha önce Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde (IOC), bugün FIFA ve UEFA’daki operasyonlar... Daha pek çok spor kuruluşu yolsuzluk operasyonlarıyla sarsılıyor.
Ünlü istihbarat örgütleri kanalıyla ülkeler direkt ya da dolaylı bir şekilde spordaki temizlik operasyonlarının içinde...
1918’de Rusya ve 2022’de Katar’da organize edilecek Dünya Kupası organizasyonları amansız bir şekilde sorgulanıyor.
Sepp Blatter, Michel Platini ve daha niceleri.. Sporun dış politikası, devletlerin hareket alanının dışında değil, görüldüğü gibi...