Soygunname, 1970’lerde yazdığım bir tiyatro eserinin adıydı. Namlı bir eşkiya-eğitimden nasibini almayan bir yöreyi kasıp kavuruyordu. Güvenlik güçleri başa çıkamaz olmuşlardı. Halk korkmuş, şikayet edemez bir duruma gelmişti.
Jandarmanın yıllık izinleri kaldırılmış, ağızdan ağıza halk, eşkiyayı ermiş mertebesine koymuştu. Eşkıya azıttıkça azıtıyordu. Dağ başında değil, şehre yakın köylerde de soygunlar gübegündüz cereyan ediyordu.
Eşkiya başı bir gün yamaklarını toplayıp ilginç buluşunu, yeni emrini bildirdi: Artık bundan sonra soygunlarda don-gömlek almak yok.
Herkesi gelirine göre soyacaksınız.
Pusuya düşen bir müteahhit mi, doktor mu, avukat mı ona göre soygun yapacaksınız. Bakınız, aha orda soygun tarifesini yazdım.
Direğe astım. Soygunu ona göre yapacaksınız.
Okuması-yazması çok az olan soyguncu yamakları direkte sallanan kartondaki isimleri ve karşılarındaki rakamları heceleyerek okumaya başlamışlar.
Doktor- 5 binlira, Avukat- 4 binlira, liste uzayıp gidiyor.
Aaa o da ne?
Öğretmenin karşısında rakam yok.
Yamak arkadaşına selendi: Pusuya öğretmen düşerse, öğretmenden ne alacağız. Bizim şef rakam yazmasını unutmuş herhalde…
Büyük şefe seslendiler: Şefim, şefim! Öğretmenin karşısında rakam yok. Öğretmenden ne alacağız? Büyük şef yukarıdan(Tepeden) seslendi. Çok kızdığı belliydi: “Ulan it……Öğretmenin nesi varda, nesini alacaksınız. Öğretmen yakalarsanız, biraz beklediniz. Yaptığınız soygundan cebine biraz harçlık koyup gönderin. Öğretmenin nesini alacaksınız.
Tiyatronun en can alıcı sahnesi de son bölümdü.
Aradan yıllar geçmiş.
Hepsi yakalanıp cezalarını çekmişlerdi.
Aynı kafadarlar bir köy meydanında oturmuşlar çay içip sohbet ediyorlar. Yamaklardan birisi, büyük şefe biraz sitemli konuştu: Şefim, yiğit şefim, seni çok seviyordum. Ama o son gün varya, o son gün.
Gözümden düştün. Yakalanıp jandarmanın arasında giderken, kalabalıktan bir-elleri titreyen bunak çıktı.
Sana, İbo kanuna karşı gelinmez uslu uslu git cezanı çek diyerek sana iki tokat attı. Şefim o an gözümden düştün. O kadar yiğit, o kadar cesur şefim o bunaktan nasıl dayak yedin?
Eşkiya başı önce sustu.
Sonra tane tane konuştu: Ben serseriydim, ben eşkiya idim. Ama öğretmenime el kaldıracak kadar şerefsiz değildim. O ihtiyar benim öğretmenimdi. Ben hapiste iken rahmetli olmuş. Yarın gidip mezarını çiçeklerle süsleyeceğim.
Bu eser 1984’de Şişli Terakki Lisesi’nde ilk oynadığı gece yer yerinden oynadı.
Hey! eli öpülesi varlıklar!
Elin eşkiyası dahi senin ekonomik çıkmazda olduğunu görüyor da, esas görmesi gerekenler görmezden geliyor.
Ne diyelim. Utanmayanlar utansın…
Meraklılara son bilgi: Bunca soygunun tegahlandığı bir ülkede, soygunun tiyatrosunu yazmanın ne gereği vardı.
Al sana bakanlık soruşturması…