Sosyal hayatta bağımlı olarak yaratılan insanın sosyalleşme (kişinin kendinden beklenen uygun rol ve ilgi normlardan haberdar olmasıdır.) sürecinden geçerken insan; kabiliyetleri, kanaatleri ve davranışları açısından diğer insanlarla karşılaştırarak benzerlikler kurma ve toplumdaki ortak paydalarını bulma çabası vardı.

Birey olarak eşitsizliğe ve farklılığını vurgulamak için diğerlerinden farklı olma gayreti vardır. Zira her bireyin yapısında farklı olduğunu hissetme duygusu vardır. Bunun yanında birçok insan diğerlerine benzemesinden ziyade diğerlerinin ona benzediğini ve diğerlerinin ondan farklı olmasından çok kendisinin diğerlerinden farklı olduğunu düşünmektedir.

İnsanlardaki bu farklı olma eğilimi sınırsız olmayıp toplumun değer yargıları tarafından kontrol edilir. Sosyal kurallar benzerlik yönünden baskı uygular çünkü içinde yaşadığımız sosyal çevre genelde normlara bağlıdır yani neyin ne zaman ve nasıl yapılacağı hakkında bir takım kurallar yürürlükte olup bütün bireyler bu kaidelerin ön gördüğü tutum ve davranışları sergilediğimiz ölçüde kabul görürüz.

İşte sosyalleşmenin (ferdin toplum üyeliğini kazanması) en belirgin özelliği fertten kendi dışındaki diğer fertlere ve sosyal gruplarla dayanışma ve iş birliği içine girebilmesidir eğer, bir fert dayanışma ve ilişki içinde olmaktan yoksunsa; o fertte bir psikolojik hastalık (anomi, yabancılaşma gibi) vardır.

İnsan başkalarının sorunlarına ilgi duyarak, çözüm arayarak yükselir. Onlara faydalı olmak, mutlu olmaları için yol göstermek bir insanın ilişki kurma düzeyini arttırır. Huzur içinde olan insan, başkalarına zarar vermez, hiçbir şeyden nefret etmez ve kimseyi suçlamaz. Gerçek şu ki zalimler (kötü insanlar) iflah (kurtuluşta) olmazlar Kur'an-i Kerim böyle buyuruyor.

Hayatımızda “memnun olma” noktaları oluşturmalıyız yoksa şikayetler hiçbir zaman son bulmaz. Önemli olan kabul etme sanatını öğrenmektir. Çevremizle ve kendimizle uyum içinde olabilmek için nelere sahip olduğumuzu bilmeli ve bunları olduğu gibi kabul ederek yaşamalıyız.