Sana iyi misin diye sormayacağım; biliyorum iyi değilsin Maçka! Derelerini, göllerini, mesire yerlerini, yaylalarını, yalçın kayalıklarını, tarihi eserlerini, daha nice nicelerini kaybettin! Nasıl iyi olabilirsin ki? Sana tarihini sormayacağım; sana geçmişte yetiştirdiklerini, sanat insanlarını, ressamlarını, devlet adamlarını, ünlü folklorcularını ve bilhassa ülkelerini ve Maçka’yı koruma uğruna canlarını Hordokop bayırlarında feda eden 28. Alayı hiç sormayacağım!
Afrikalıyı yardımı ve sevgisiyle hayran bırakan, binlerce Afrikalıyı salgından kurtaran, dünya tıp tarihine yaptıklarıyla geçen, Türk bayrağına Afrikalıların hayran oluşunun temelini atan büyüğümüzü de sormayacağım! Türkiye'yi düşman işgalinden kurtaran ve İzmir’de Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını diken komutanı da sormayacağım! Dünyaca ünlü ressam ve şairi, 102 kitap yazan, yazar ve felsefecini de sana sormayacağım!
Atatürk karşısında Karadeniz şarkıları söyleyen Atatürk’ün de “Çal söyle, bunlar bizim milli türkülerimizdir!” dediği milli sanatçımızı da sormayacağım! Yedi veren gül gibi Türkiye'ye mal olmuş Maçkalı sanatçılarımızı da sormayacağım! Rusların işgalde tren rayları döşerken "Zigana’ya bu tren yolu ulaşmasın!" diye rayları sökmek için çalışıp canlarını verenlerin isimlerini de sormayacağım!
Biliyorum, sorsam sen, Maçka hepsine cevap verirsin. Ancak bunların isimlerini hatırlayacak ve ne yaptıklarını bilecek bir seçilmiş yönetici çıkmadığı için üzgünüm! İsimlerini anacak, hatırlanacak bir yere verilmediği için küskünsün! Ne yazık ki bu yöneticilerin Maçka'nın tarihi geçmişiyle ilgilenecek düşünceleri ne de bunları zorlayacak taraftarı var. İşte onun için sormuyorum sana Maçka!
Planımızda yoktu derelerinin özgür akmasını engelleyecek, o coşkuyu yok edecek, yaşam sevincini elinden alacak beton engellerin yapılması. Yeminle hiç düşünmedim yaşamım boyunca seni sade bir hat üzerine hapsetmeyi ve hareket alanını kısıtlamayı! Sana ait olan yerde yerleşmeyi ve senden almayı hiç düşünmedim! Şarkılara ilham olduğun insanlara hizmet sunduğun zamandaki gibi düşünüyorum seni ve "Biz ne yaptık?" diye kapatıyorum gözlerimi!
Düşünüyorum cevizliği, düşünüyorum Kambur köprüyü, düşünüyorum Köprübaşı'nı, düşünüyorum ıhlamurların altını, düşünüyorum kenarında oturduğum her köşeyi! Nasıl getirdik seni bu hale ve nasıl bakıyoruz yüzüne? Elli sene önceki halini düşündüğümde pişmanlığım artıyor gün geçtikçe! Ne kadar zarar vermişiz sana? Rahat akacağın yerleri nasıl almışız elinden? Nasıl daraltmışız akacağın yeri? Nasıl hiçe saymışız geleceğini?
Planda yoktu Kuştul Manastırı ve Vazelon Manastırını harabe hale getirmek! Yeminle, eskiden böyle bir düşüncem yoktu! Nereden bilebilirdim tarihin bize bahşettiği dünyaca tanınan tarihi eserlerin seçilen yöneticiler elinde harabeye döneceğini! Nereden bilirdim bu kadar beceriksiz olacaklarını! Nereden bilirdim elindeki elmasın değerini anlamayacaklarını! Nereden bilirdim asıl define görülürken görünmeyen define kırıntılarının peşinden koşacaklarını!
Onları dinlediğimde yarın yapacaklarmış gibi konuşmalarının üstünden on yıl mı, onbeş yıl mı, geçti hatırlamıyorum bile. İmkansızlıktan bahsettiklerinde Seyit Onbaşı geliyor aklıma. Türkiye'nin İngiliz, Fransız, Yunanlılar ve İtalyan tarafından işgal edildiği ve Osmanlı ordusunun dağıtıldığı günler aklıma geliyor. Onları dinlediğimde gerçek olmayan yatırımın peşinden koşarken nasıl kendilerinin de efor sarfettiklerini görüyor ve üzülüyorum.
Ama şuna sormak istiyorum: "Nasıl dayanıyorsun bunca acıya,? Nasıl dayanıyorsun bunca ihanete? Derene dökülen çöpe, hafriyata; daha neler nelere nasıl dayanıyorsun Maçka! Sorumlusu bunu göremiyor! Seçilen, seçilene kadar senden bahsediyor. Daha sonra ise hiçe sayıyor. Senin canını alan değil, sana can veren yöneticilerin olması dileğiyle burada bırakıyorum Maçka!