Eski çağlarda Engizisyon Mahkemeleri, Tanrı ile Kral adına karar verdiğini söyler, kararlarını oluşturduğu korku ve histeri ortamında sözde kamuoyuna! Onaylattırıp acımasızca uygulardı. Engizisyonun insan vücudunu lime lime eden iğrenç işkenceleri, aynı pervasızlıkla içinde bulunduğumuz çağa damgasını vurup, ama bu kez ötekileştirdiğinin ruhunda onulmaz yaralar açıp paramparça etmekte bir beis görmüyor.

Sureti haktan görünen, Demokrasi kukuletalı trol heyeti! Engizisyona rahmet okutacak acımasızlıkla, başta halkın kendini ifade etme hakkı olmak üzere tüm temel haklarına ve yaşam alanlarına saldırıyor, ardından her zaman ki mağdur rolüyle yaptıklarını halka bir güzel onaylatıyorlar.

“Suçluyu kazı altından bir insan çıkar” diye öneren bilge, sizce suç ve suçlu kavramlarının neye tekabül ettiğinin ayırdında değil miydi acaba?.. Algılama engellilere Prof.Faruk Erem hocamızın “bir ceza avukatının anıları” kitabına bir göz atmalarını öneririm. Kaldı ki; Suç Ne, Suçlu Kim? İnsan olmak, insanı sevmek, insana yaraşır davranış sergilemek kuşkusuz bireysel bir tercih değil, tam tersi toplumsal bir sorundur.

Toplumsal içerikli sorunların çözümlenmediği, her türden çözümlemenin önüne barikatlar yığıldığı… yurttaşların bilerek ve istenerek umarsız bırakıldığı iklimlerde, dibe vuruşun şiddeti ve bu parçalanmanın yansımaları en çok da suskun bırakılmış kitleleri derinden etkilemez mi? İnsan doğası gereği, güçle olduğu kadar zayıflıkla, erdemle olduğu kadar kötülükle donanımlı bir varlık. Tüm zamanların yaşam serüveni buna tanıklık eder ki buna kimsenin de itirazı yoktur… ancak tüm bu farklılıkları bünyesinde barındıran insana ilişkin eski Yunan bilgelerinin; “karşınızdakini yargılarken ya da bağışlarken, hoşgörülü ve alçakgönüllü davranın” öğüdü de asla göz ardı edilmemelidir…

İstenen, özlenen bu mudur?.... Kendi doğrularımızı ve tercihlerimizi değişmez ölçüler olarak dayatıp, kendimiz gibi düşünmeyenleri kırıp yok etmek; sonu nereye varacağı belirsiz cadı avı başlatmak olur ki bu çıkmaz sokak bizi demokrasiden an be an uzaklaştırır.

Bu mudur?

İnsanları yıldırıp-bıktırmak… en mahrem alanlarına girip en azından incitip, rencide etmek!

Bu mudur?

Bu mudur Hukukun Üstünlüğü’nden anladığınız sizin? Barışa ve Kardeşliğe açık, beyin ve yürek taşıyan insanları taciz edip “içerde” tutmakta diretmek?...

Yada işini-aşını geri isteyen insanların taleplerine kulaklarını tıkayıp ölüme yatmalarının kolaylaştırıcılığına soyunmak… toplumu bu cinayete ortak etmek midir?

Bu mudur?

Bu mudur, ağızlara pelesenk olan “analar ağlamasın” sözünden çıkarsamalarınız? Evladına hasret bir ananın sinesinden evladını sinsice söküp almanın, en can acıtan anını bekleyip bir punduna getirmek midir?..

Memleketine anasını, atasını ziyarete gelen Yazar Burhan Öztürk’ü, “sosyal medya paylaşımlarına” gerekçelenip apar topar tutuklanmasının izahı başka nasıl yapılabilir ki?

Yaşadığımız ve yaşayacağımız her bir an yalan zincirinin ipoteği altında. Tarihteki bir çatlaktan sızan alacakaranlık kuşağı, dört bir yanımızı Moğol uğruları misali talan etme yarışını aralıksız sürdürüyor.

Güneş ise tutuklu, ne zaman salıverileceği Galileo’nun itirafına bağlı!

İçi boşaltılmış bir yaşamda “sonsuz şimdiki zamanı” yaşıyoruz! Geçmiş nostalji, gelecek yok diyorlar.

Karanlığı kovmaya çalıştığımız için … Tarihin ve iktidar savaşlarının tüm şeytanları başımıza üşüşmüş halde!

Müebbet muhabbete mahkumuz! Geleceğimiz ise çalındığından HÜKÜMSÜZDÜR!