Elliden sonra siyaset hep sorunlu olarak yaşandı. / Ülkeyi bilmek, dertlerini, sıkıntıları, sorunlarını bilimsel çözümlerle başarıya ulaştırmak yerine, “yaratılan ve dayatılan birtakım korkularla” iktidarda kalmak yolu seçildi. Her defasında akıl ve bilim dışılıkla yönetilen bu koca ülke, basiretsiz, beceriksiz, öngörüsüz siyasetçinin elinde ya on yılda bir darbelere açık hale getirildi ya da kırizlerle buzdağlarına çarptırıldı. Ama asla yardımsız ayakta duracak hale getirilmedi.
- İkinci Dünya Savaşı’ndan güçlenerek çıkan Sovyetler, kapitalist dünya tarafından NATO ile durdurulmaya çalışıldı. “Komünizmden korkan ve onu bir tehdit olarak gören ülkeler” Sovyet “belasından” kurtulmak için” NATO çatısı altına girdiler. Türkiye de komünizm tehlikesinin yarattığı korkuyla NATO’ya giren ülkelerden biriydi. Ama kazın ayağı öyle değildi. Sovyetlerden korkutulan ve kaçırılan ülkeler Amerikan emperyalizminin kucağına düşürülüyordu. (56 ve 68’de Macaristan ve Çekoslovakya Rusya tarafından işgal edildi.)
Yıllar yılı “en büyük düşman” diye komünizm gösterildi. NATO ile mücadele edilirken, Amerika’nın elliden bu yana girmediği bir “tersane, bir kale” bırakılmadı. Köy Enstitülerinin kapatılması kararı, “onlar birer komünist yuvalarıdır, dinsiz, imansız insanlar yetiştiriyor” pıropagandası, Milli Eğitim Bakanlığına yerleştirdiği ekip, her yapılanın ve eğitilen insanın Amerika’ya göre olmasını sağladı. Ne kadar çok komünizmden korkutulursak o kadar çok Amerikancı ve o kadar çok dindar olacaktık.
Perde arkasından işlerin “zorluğunu göstermek için” birtakım karışıklıkların yaratılması, ihtilallerin, darbelerin devreye girmesi gerekiyordu. Ordu, her ne kadar “Türk Ordusu” ise de A’sından Z’sine kadar NATO’ya aitti. Her şey NATO tarafından düşünülür, NATO’ya göre eğitilir ve yapılırdı. / NATO=AMERİKA demekti ve Amerika’nın dediği olurdu. Nitekim Akdeniz’de, Ege’de Türk Ordusu istediği gibi hareket edemediği için Türkiye, “Yunanistan tehdidine” karşı NATO’nun dışında EGE ORDUSU’nu kurmuştu. Ege sorunları, Kıbrıs sorunu çözülmemiş olmasına karşın, EGE ORDUSU lağvedildi. Sorunlar NATO’nun dosyasına girdi, çözümsüzlüğe bırakıldı.
Kimi siyasi partiler ekonomik, sosyal, kültürel hiçbir işlev üstlenmeden salt “kahrolsun komünizm” diyerek, ya da “komünizmi ancak din durdurabilir” diyen Amerikancı düşüncelerle vücut buldu (Yeşil Kuşak Teorisi).
- Amerika en çok “istenmeyen ülke” görüntüsünü vererek “yapacağını yapardı.” Vietnam bunun güzel bir örneğidir. Amerika Türkiye, Afganistan, Tüm Ortadoğu… Kimi ülkeleri “dostlukla, yardımla(!)”, kimilerini de askerle sömürdü. Amerika darbelerle, ihtilallerle özgürlüklere kurşun sıktı.
Siyasilerin görevlerini yapmayışları(!), beceriksizlikleri Amerika’nın engellemeleriyle aklanıyordu. Kurt dumanlı havayı sever ya, ortalığın bulanması, kaos yaratılması gerekirdi. Her hamle Amerika’nın daha çok yerleşmesine vesile olacak, kanser gibi Türkiye’nin hücrelerini saracak, çok kötü bir bela durumuna gelmesini sağlayacaktı. Sağ-sol çatışmaları yaratılan ve dayatılan korkuların en büyüğü idi. Amerika yaptırdı, siyasiler seyretti. Binlerce gencimiz bir birini öldürdü. Bu ülkede, bu topraklar üzerinde “can pazarı” yaşandı. 60, 70 ve 80 darbeleri oldu. Ekonomik kırizlerle Amerika’ya daha çok muhtaç olundu. Korku daha çok iliklerimize işletildi. “Amerika bu ülkede ve dünya da istediğini yapar. Ona karşı çıkmak aklından zoru olmaktır” inancı yaratıldı. Tüm ihtilal ve darbelere karşın bu ülke “komünist” olmadı, ama belalardan kurtularak düzlüğü de çıkmadı. Zaten istenilen bu idi.
Oysa biz, Mustafa Kemal’le “bağımsızlık ve özgürlük çeşmesinden” kana kana su içmiştik. “Ya istiklal, ya ölüm” inancını taşıyorduk. Öyle bir korkumuz olsaydı Kurtuluş Savaşı’nı başaramazdık. Ama ne yazık ki, siyasilerimiz hep bu korku üzerinden eylemlerini ve düşüncelerini yürüttüler. Ne kadar çok korkarsak o kadar başarılı olacaklardı.
- Aslında verilen, “dayatmanın, baskının, kısıtlamanın” mücadelesiydi: “Özgürlükler varmış gibi” yapılacak, her türlü dayatma, baskı, kısıtlama” getirilecekti. İlkin düşünce adamları, bilim insanları, gazeteciler öldürüldü, tutuklandı. Korku iklimi yaratıldı. Herkesin beynine “ayağınızı denk alın, istediğiniz yerde istediğiniz gibi konuşamaz, düşüncelerinizi ulu orta söyleyemezsiniz” kanısı yerleştirildi. İnsanlar, korku, panik içinde tedirgin edildi. Amerika, kendine yönelen tehditleri, yarattığı kumpaslarla, elini kana bulamadan işbirlikçileriyle savuşturdu; dünyanın en iyi denizcilerine sahip orduyu, gemisine komutan atayamaz duruma getirdi. Hala bu körlük sürüyorsa, bir türlü “Amerika olmadan” ayakta durmayı öğrenemeyiştendir.
Sansür Yasası genişletildi. Sosyal Medya takibe alındı. İnsanlar izlendi. Çoğu hakaretten ve paylaşımlarından tutuklandığı gibi para cezalarına çarptırılanlar oldu. Telefon dinlemeleri, feys, tivıtır, istegram, tik-tok gibi özgür kullanılan iletişim ağları mahkemelere taşındı. Salt gazetecilerden, bilim insanlarından değil, düşünen, soran, sorgulayan, eleştiren sosyal medya fenomenlerinden ve gençlerden hesap soruldu, korku ağları, korku halkaları genişletildi.
- Görevi başında bir memur, partizanlığa dirense, isteneni yapmasa en hafifinden, zamanı, mevsimi ne olursa olsun, sürgün edildi, görevden el çektirildi, kızağa alındı. İdare mahkemesine başvurulduğunda, “yürütmeyi durdurma” kararı alınmasına karşın mahkemeler ciddiye alınmadı. Adalet sorunlu hale getirildi.
Köylülerin itiraz ettiği ve mahkemeden aldıkları “yürütmeyi durdurma kararları” uygulanmadı. Müteahhitler bu kararları dinlenmedikleri gibi hükümet de kazıları, inşaatları bitirmedi.
“Dış güçler” diye bahaneler yaratanlar, terörü durdurmayanlar, hala terörü yok etmek için mücadele ettiğini söyleyenler, “beka sorunu var” diyenler ve bunlarla bizi korkutmaya devam edenler yirmi bir yıldır neredeydiniz? Devlet, ordu, güvenlik güçleri ne yapıyorlardı? Sahi siz, neyi yönetiyorsunuz, niye oradaydınız? Bu sorunlar yaşanmasın diye değil miydi? İktidara talip olmanız, “aynı sorunlar devam etsin” diyedir. 21 yıldır yapmadıklarınızı şimdi mi yapacaksınız? Hadi canım sen de!
Sevgiyle, esenlikle kalınız…