Siyasette Duygu Önceliği/Bilinç Karmaşası

Bu yazı öncesi elim kaleme bir türlü gitmiyordu. Bir iki karalamadan sonra duraksadım/durdum. Bunca yoğunluk içerisinde neyi öncelemeliydim? Yazının başlığı ve içeriği ne olmalıydı? Yazı bitince de başlık koymayacaktım. Neden olmasın? Okuyucuya ve halka karşı sorumluluk-saygı ve bir yönüyle görev saydığım duygu ve düşünceler beni zorluyordu bilgisayara kayıt için. Aslında asıl zorlandığım, sürekli eleştiri ve karalama yazılarının ve sözlerinin dışında kalma çabası/kaygısıydı.

       Böyle bir “dert”, kalemi daha özenli, daha tutarlı, daha verimli kullanmayı, dolayısıyla toplumsal yönüyle “kazançlı” sonuca kilitlenen bir anlayışla yazmayı dayatıyor. Hani “Aydın’ın siyasi sorumluluğu yok” derler ya; benim hiç katılmadığım, çok tutarsız saydığım.

      Günlük ya da haftalık yazan, sosyal medyada sıkça görülen ya da TV’lerde bolca karşılaşılan kimlik ve kişiliklere karşılık olarak değil sözüm sadece. Daha dar alanlarda, -dernek, sendika, lokal, oyun salonu/kahve/kafe/çayevleri, oturma alanları, söyleşi merkezleri- da çok yaygın olan, duygusal ve öfke birikimi taşıyan tepkilerin yoğunluğu, halk sağlığı ve davranışı yönüyle ciddi tehlikeler barındırdığını düşünmekteyim. Çoğunlukla duygusal bir hezeyan biçiminde süren kısır polemik ve atışmalar, sataşmalara da yol açmakta. Verimli ve sonuç almaktan çok uzak olan kendini -biraz da egosunu- tatminle sınırlı, siyasi aidiyetini ne pahasına olursa “savunma” refleksi, bilinci öncelemeyen bir tutuma, bir tuzağa düşürüyor kişiyi.

       Siyaset dilini/ağzını/biçemini, duygu önceliğinden kurtarıp düşünme/beyin merkezli bir akılcılığa yöneltmek… Çok önemli sosyolojik bir sorunsal. Bu saptamayı yapmak, buna uygun adım atmak, bütün siyasi önderliklerin içselleştirmesi gereken bir sorumluluk olmalı. Çünkü siyasilerin tepe noktaları; onların temsilcileri, sözcüleri, değişik düzeydeki önderlikleri, dernek ve kitle örgütlerindeki, vakıf ve bürokrasideki dolaylı temsilcileri… halk dalkavukluğu/kitle aldatmacılığı ve avcılığı ile siyaset yapmakta! Akıl ve bilimle insan beynine/bilincine seslenmek yerine duygu ve inançlarına, etnik kimliğine, hemşeri yapılanmalarına, geride kalması gereken bütün feodal kurum ve değerlerine öncelik vererek büyük bir duygu/değer sömürüsünü “hamaset” ile sürdürmekte. Bunun araçlarını -basın/yayın, kitle iletişim araçları, devlet gücü ve olanakları- iyi kullanan siyasi merkezler “başarı” elde etmekte, sonuç almaktalar.

        Daha kötüsü ve acı olanı, insan bilincine, aydınlanıp bilgi sahibi olmasına yönelmeyen bu yönteme, “geçer akçeye” /iki yüzlülüğe, sistem ile, hükümet ile ve hükümetin egemen olduğu ERK/Devlete halk adına karşıt olduğunu savlayan güçlerde sarılmakta! Ağırlıklı olarak öne çıkarılan bu yöntem, ideolojik düzlemden ve dayanaktan uzaklaşmayı beraberinde getiriyor. Böylece yaygınlaşan ve “meşru” sayılan/görülen bir “siyaset” anlayışı yukarıdan aşağıya biçimlenmekte. Taşra düzeyinde ya da alt birimlerde/organlarda da bu siyaset kültürü geçerli bir yöntem/tarz oluyor. Giderek ideolojilere, düşünce sistematiğine dayalı toplumsal çözümleme/tahlil, buna uygun çözüm arayışı eritilerek yok ediliyor. - Aslında yetmiş yılı aşan ve bugün zirve yapan bir sorun! -

        Kuşkusuz sömürü sisteminin yerli ve yabancı merkezleri/temsilcileri bunu sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada uygulamaya çalışmakta. Bunun siyasi bir tutumdan öteye kültürel bir değişim/gelişim olduğu “teranesi” propaganda edilmekte. Beyin gücünün ve insan yüreğinin sosyal ve toplumsal sorumluluktan uzak tutularak, bireyci ve çıkarcı davranışa yönelmesini bir “çağdaşlık” göstergesi ve gelişmişliği saymaktalar.

         Bu emperyal önermenin/dayatmanın gönüllü temsilcileri ne yazık ki ülkemizde bolca var. Sözümüz onlarla yarışarak “rol kapma” /görev alma/isteme derdinde olup ideolojik kökenlerini unutanlara!... Varlık nedenlerine dahası yaşadığı topraklara ve insanlarına uzak, yabancı kalan kimlik-kişilik yitimine uğrayan, “değişim” safsatasına aldanan siyasi merkezlere…

         Konunun eğitim-kültür-sanat boyutu/süreci ve buna bağlı düzey tartışması siyaset dilini de kültürünü de etiğini de belirlemekte. Uzun yıllardır eğitim dizgemizde, özellikle son yıllarda artan bir hızla akıl ve bilimden/aydınlanmadan uzak, hurafelerle, dogmalarla, dinsel dayatmalarla biçimlenen/döşenen eğitim-öğretim basamakları yeni insan tipinin yapısını belirleyip ortaya koymakta. Okul öncesi ve temel eğitimden akademik eğitim ve öğretime dek biçimlenen bir yapı söz konusu. Bu yapı ile nereye varılıp, nerelere ulaşılamayacağı kesin değil mi?

        Sevgili dostlar, “siyaset tüccarlarını” ve işbirlikçi çıkarcı ihanet odaklarını bir yana koyarak söylüyorum: Siyasi yelpazenin A’dan Z’ye neresinde kendini konumlandırırsa konumlandırsın siyasetle az-çok uğraşanların ezici çoğunluğu/kahir ekseriyeti yurtseverdir, halkına, ulusuna, toprağına bağlıdır! Akılcı ve bilimsel olmayı ilke sayan, duygu-öfke-kinden uzak, etnik ve dinsel dogmaları öncelemeyen, üstünlük kurma/egosunu reddeden yurdum insanı sayısal oranı/niceliği bir yana, nitelik olarak çoktur ve güçlüdür. Sorun bu geniş ve özverili kitlenin siyasi önderliklerden ve “dukalıklardan” kurtarılmasıdır!

20 Ağustos 2024

Trabzon

  -Yarınlar Güzel Olacak-