Bu başlığı okuyacak herkes hemen Türkiye’nin siyasi gündemi ile ilgili bir yorum ya da değerlendirmeler yapacağımızı düşünebilir. Biz bu yorum ve değerlendirmeleri ilgililerine bırakarak; beklenmedik olaylar karşısında insanların tepkilerini tetikleyen olumsuz etkenlerin ve de kişilerin her zaman kazanan taraf olmamasını temenni ediyoruz.

Şehrimizin en önemli dinamiklerinden olan Trabzonspor’umuz bakıyorsunuz aylar sonra kendi evinde, kendisinden hiçte kaliteli olmayan bir takıma yeniliyor! Şehir şaşkın! Taraftarların haklı olarak beklentilerini ifade eden; şimdi ne olacak sorusunu sorup, feveran etmeleri haklarıdır. Asırlık takımların yabancı saha maçlarına gereksiz sebeplerle seyircilerinin alınmaması karşısında; şimdi ne olacak? Böyle de olur mu sorusunu sormaları elbette ki çok normaldir! Merak edilen şu dur; bu kararlar alınırken meşru ve hukuki gerekçeler yeterince inandırıcı olabilmekte midir? Bu sorunun cevabı; toplumun sosyal fay hatlarını olumlu ya da olumsuz etkileme gücüne sahiptir bilinmesi gerekmez mi acaba!

Asırlardır Anadolu coğrafyasını vatan bilenler, bu coğrafyayı elde tutmanın, ateşi elde tutmaktan zor olduğunu bilirler. Bunun için ödenen bedeller, bu toprakların ebediyen Türk Milleti’nin yurdu olması ve kalması için yeterlidir. Hal böyleyken; her sabah yeni bir gündeme uyanan insanımızın, hem sosyal, hem siyasal ve de hem de jeolojik olarak yaşadığı sıkıntılar oldukça büyüktür. Deprem felaketinden sonra harap olan illerimiz, yıkılan onca yuvalar, kaybettiğimiz on binlerce canımız var. Bu yıkıntıların büyüklüğünü görenler şimdi ne olacak diye teselli arıyorlar. Olacağı elbette şudur; Kurtuluş savaşımızda ne olduysa, şimdi de o olacak. Yani millet bütün acılarına rağmen birbirine kenetlenecek, imkânlarını seferber edecek, umutlarını yitirmeyecek, devletimiz ise; tekbir vatandaşını bile feda etmeden sonuna kadar bu mücadeleye bütün imkânlarıyla destek verecektir.

Dünyanın sadece bizim ülkemizden ibaret olduğunu zannedip, stresle yatıp, problemle kalkılan yaklaşımlarla, elbette ki bu sıkıntılarımızı kolay aşamayız. Olumlu düşünen, güven veren, günü kurtarma peşinde olmayıp, geleceği düşünen anlayışların paylaşılıp çoğaltılmasına ihtiyacımız vardır. Meydana gelen her türlü gelişme karşısında kendimizi ille de görüş belirtmek aceleciliğinde tutmayalım. Biraz sabır, biraz sağduyu ile olayların gidişini, sebeplerini, sonuçlarını tam olarak görmeden yapacağımız gelişigüzel yorum ve eleştiriler, yaralarımızı sarmaya değil, artırmaya sebep olabilmektedir.

Görüldüğü kadarıyla toplumumuz hiç olmadığı kadar gereksiz ayrışmalara itilmiştir. Bunun, ekonomik, sosyal, kültürel ya da siyasi sebepleri olabilir. Ama unutmamalıyız ki; sebepleri oluşturanlar bir gün gelir onların altında ezilip kalabilirler. Deprem bölgesinde kiracısının kirasını çok yüksek oranda artırıp onun feveranını duymayanlar ile ayni kiracı paylaşamadıkları binanın enkazı altında birlikte can verdiler. Kurtulanlar ise aynı çadırların önünde birlikte çorba alma sırasına girdiler. Demem o dur ki; hep bu günlük yaşayıp, hoşumuza gitmeyen her gelişmeyi eleştirip, işimize gelmeyen durumlarda bin bir yalan haber uydurulmasına itibar etmeyelim. Yüce Allah yarattığı kullarına taşıyamayacakları yükü asla yüklemez. 

Ahde vefanın, adaletin, özgürlüğün ve de insan olabilmenin kıymetini bilelim ve unutmayalım ki; şimdi ne olacak sorusuna vereceğimiz en güzel cevap şudur;

Sesi değil, sözü yükseltmek zamanıdır.