ŞİMDİ KUCAKLAŞMA ZAMANIDIR

Toplumlar bazen içerisine düşürüldükleri sıkıntılı durumlar ile karşılaşırlar. Kendi tercihleri olmayan bu olumsuz durumlar onların ruh dünyaları üzerinde derin etkiler bırakır. Zaman zaman bu sonucun sorumlularını uzakta aradıkları için çoğu kez bu olumsuzlukları çözme yerine onlara alışırlar ve de bu problemlerle yaşamaya devam ederler. Hâlbuki problem toplumun kendisindedir ve tedavisi de kendi gayretleri ile yakından ilgilidir.

Yakın tarihimizde, İstiklal ve hürriyet mücadelesi yıllarımız böyle yaşanmışlıklarla doludur. Koca imparatorluk gelinen son durumda artık çatırdamaktadır. Toplumu meydana getiren bütün sosyal dilimler ve demografik yapılar birbiri ile kavgalıdır. Herkes kendi duruşunun ve görüşünün kurtuluş reçetesi olduğuna inanmaktadır. Devlet erkânı bu hastalıklı duruma müdahale edip, kendi gücünü ortaya koyamayınca, herkes kendi gücünü devlet olarak zannetmeye başlıyor. Bunun tabi sonucu olarak da koca imparatorluk yıkılarak tarihin tozlu sayfaları arasında yerini alıyor.

Yıkım kolay olmuyor elbet. Acılarla dolu hikâyeler oluşuyor. Bu sefer herkes sorumlu arama yarışına girerek, en yakın rakibini sorumlu ilan edip yeni bir karışıklık ortamı ateşine, kendi tutum ve davranışları ile odun taşıdığının farkında bile olmayarak toplumu gerdikçe geriyordu. Kurtuluş savaşı böyle bir ortamda, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen büyük fedakârlıklarla yapıldı. Bir taraftan düşmanla, olmayan imkânlarla ama büyük kahramanlılar ve fedakârlıklarla mücadele ediliyor, diğer tarafta, asırların biriktirdiği gelenekçi kalıplar içerisinde kalmayı kurtuluş zanneden milyonların bu mücadeledeki yerini almaları için duyarlı kanaat önderlerinin çalışmaları Anadolu’yu kucaklayarak, toplumsal yaralarımız sarılmaya çalışılıyordu. Mustafa Kemal’in tutuşturduğu ilk çoban ateşinden sonra, halkın katılımı ile tutuşturulan hürriyet ateşi kısa sürede Anadolu’yu kaplıyor ve kurtuluş ümidi gün geçtikçe kuvvetleniyordu. Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Ahmet Hamdi Akseki, Rıfat Börekçi gibi manevi irşadcıların tutuşturduğu, “vatan sevgisi” ateşi dalga dalga düşman üzerine ateşlenen toplar misali etkisini gösteriyordu. Bir taraftan düşman mağlup edilerek, vatan toprakları işgalden kurtuluyor, diğer taraftan “ayrılık-gayrılıkların” mücadele yılları ile sınırlı kalsa bile ortadan kalkması ile toplum çok büyük bir rahatlığa kavuşuyordu.

Ancak; bu ıstıraplı yıllarda verilen mücadele ile kurulan yeni devleti meydana getiren insanlarımız arasındaki barış ortamı çok uzun sürmüyor. Toplumsal alışkanlıklarımız ve düşmanında sosyal yapımıza göre politikalar uygulaması sonucunda toplum yeniden sonu gelmez; “haklıyım-haksızsın” yarışmalarının içerisine sürükleniyor. Bu sürükleniş maalesef hız kesmeden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu gün de aynen imparatorluğun son çeyrek yüzyılındaki toplumsal keşmekeşliğin içerisinde kaldığımızı ve olduğumuzu hepimiz görmekte ve elbette ki yine hepimiz üzülmekteyiz.

İçerisine düşürüldüğümüz ve her gün yenisi ile karşılaştığımız bu kargaşa ortamından kurtulmanın tek bir yolu vardır ki o da şudur; herkes bulunduğu yerden bir adım geri çekilecek ve karşısındakilere sıktığı yumrukları açarak, birbiri ile kucaklaşacaktır. Bu noktaya da, haklılıklar üzerinden değil, sorumluluklarımızın gereğinden ulaşabileceğimizi artık görelim.

Türk-İslam medeniyetinin bu gün dünyadaki en güçlü temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletimize karşı sorumluluklarımızı, siyasi tercihlerimiz ile yarıştırmayalım.

Biz istersek yarınlarımızın daha güzel olacağına inanalım ve bunu asla unutmayalım.