Sessiz sakin ama kararlılık içinde olmak çoğu kez dikkatlerin üzerinize yoğunlaşmasına, dahası hedef seçilmenize bile neden olabilir!
Bu bağlamda susup kabulleniş biraz da yalakalık belki de istenen tutumdur!.. böylece onlarla eşitlenip dikkatleri ötelemiş olursunuz!
Yok hayır, bir aydın tavrında ısrarcıysanız, doğal olarak heyecanlı olmak da bu duruşun bir argümanı olabilir, ancak asıl olan duruşunu sessiz, sakin ama ödün vermeden kararlılıkla sürdürebilmektir. Ve bu ciddi anlamda risk almaktır…
Bu öyle bir risk ki? kararlı ve sessiz çığlığınız, ne zaman ki sizi diğerlerinden ayıran bir işaret fişeği niteliğine bürünür! İşte o zaman salt itiraz ettiklerinizin değil, korkup, susup bir kenara tünemiş, dost bildiğiniz her türden tutsak yönelimin öfkesini üzerinize çekip, yok edilebilirsiniz!..
Zaten aydın olmak böyle bir şey değil mi?
Toplumsal ahlakın; ortak akıl, ortak vicdan yaygarası içerisinde “üst akıl” a rehin tutulup!.. herkesin bir çıkar uğruna kaytarıp üç maymuna özendiği sayrılı, zifiri karanlık süreçlerde!.. aydın olmanın namusu devreye girer. Aydın olmanın namusu, salt bu kötü gidişi bilmeyi yeterli görmez, müdahale etmeyi de gerekli kılar. Müdahale aydın için bir etik sorunudur.
Bu yanıyla aydın, entelektüelden, uzmandan, bürokrattan ve akademisyenden ayrılır. Aklını ve enerjisini kullanırken, bencil davranmayan, kendi dışındaki insanları ve toplumu da düşünen kişidir. Yani aydın olarak halkın ve haklının yanında olmak, çoğu kez yakın bildiğiniz çevrenin dahi sizi acımasızca sorgulamasına yol açacaktır. Sosyolog Emre Kongar süreci “Bu ülkede hain olmak istemiyorsanız, evrensel ölçülere göre aydın olmaktan vazgeçmeniz gerekir” diye yorumlarken, aslında önemli bir durum tespitinde bulunur.
Hiç kimsenin söylemde itiraz edemeyeceği, demokrasi cephesine gelince; Herkesin, demokrasiyle çelişmemek koşuluyla kendine özgü demokratik istem ve beklentileri söz konusu olabilir! Ancak bu istem ve kavrayışların demokrasi diye adlandırılması, demokrasi kriterleriyle örtüştüğü ölçüde olanaklı olacaktır.
Örneğin… Bir yanda, işlevi ve içeriği boşaltılarak, zamane aktörleri tarafından “istenilen her durakta inilen” tramvaya benzetilen demokrasi anlayışının egemen kılındığı bir iklim! Diğer yanda, siyasi kutuplaşmanın cenderesine sıkışıp kalmış;
“Kesimhaneye giden koyun misali, güç odaklarının beklentileri doğrultusunda, önüne koyulan her sandığı demokrasiye yoran… hak ve özgürlüklerinin kısıtlanacağından bihaber celladı lehine oy kullanmaya özendirilmiş seçmen profili.
İşte böyle bir ortamda durup sorgulamak gerekir. Demokrasi nedir? Demokrasi kültürü toplumumuza ne denli aktarılmıştır? Ve biz gerçek demokrasiye ne kadar hazırız? Bu soruların sorulup, yanıtlarının alınmadığı sürece, Türkiye’de her erken uyanan ben demokratım diyecek ve kimin demokrat olup olmadığı asla anlaşılmayacaktır…
Kaldı ki, demokrasi adına her tür herzenin yendiği bu coğrafyada, kimin ne kadar demokrasiyi özümsediğini anlamak için aslında derin çözümlemelere gerek bile yoktur!
Demokrasinin Evrensel ilkelerinin, kurum ve kurallarıyla tanımlanıp anlamlandırılması noktasında sıradan bir gözlem yapıldığında dahi; “Köprü başlarını tutmuş deli Dumrul’ların demokrasi serüvenimize ne denli zarar verip işlevsiz kıldığı, inanıyorum ki turnusol kâğıdına bile gerek bırakmayacak ipuçları ortaya çıkartacaktır.
Demokrasi karşıtlarıyla mücadelede; “Abyssus abyssum invocat ” uçurum uçurumu çağrıştırır ya da kötülük kötülüğü doğurur! özdeyişi asla unutmamalı ve bu tuzaktan kaçınılmalıdır. Sürekli uçuruma bakarsanız bir gün uçurum da sizin içinize bakar!
İstem dışı da olsa, insan zaman içinde karşıtına dönüşebilir; Durdurmaya çalışırken, kendisi şiddetin tutsağı olabilir… Kaldırmayı hedeflediğinin zifiri karanlık, an gelir yüzüne yansıyabilir ve bir gün aynada karşıtınızla yüzleşebilirsiniz!
Onun içindir ki, sakınıp kendiniz kalarak, öfkenin kör uçurumundan uzaklaşmak bedeli ağır yürek çilesi gerektiriyor. Lütfen öfkenizi öteleyin ve yüzünüzünüz güzelliğini, salgından korunma hariç asla maskelemeyin dostlarım.
Güzel bir hafta dileklerimle.