“Yabancıların en yakınıydın sen.”
Yukarıdaki cümle bir şiirin son dizesi…
Bu dizenin şairi ise 29 yaşında iken hayatına son veren Nilgün Marmara. Ünlü şairin kimseyle paylaşamadığı bir yalnızlığı vardı. Buna eşi de dâhildi. Öyle ki eşi Kağan Önal, “Nilgün’ün şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı.” demişti.
Nilgün Marmara intihar etmeden hemen önce yazdığı mektubunda eşine, daktiloya çekilmiş olan şiirleri bastırabileceğini söylemişti. Ölümünün ardından, eşinin tabiri ile pıtır pıtır yazdıkları, “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Ve oldukça ilgi gördü. Bu şiirler ve metinler ilgi görünce ünlü şairin günlükleri de etik olup olmadığı tartışılsa da bastırıldı.
Tarihte benzer şekilde ölümünden sonra ünlenmiş sanatçılar mevcut. Örneğin tarihin en iyi ressamlarından biri kabul edilen Van Gogh’un da resimleri onun intiharı sonrası ünlenmişti. Hayatı boyunca satmak için çaba gösterdiği ve bu uğurda açlık içinde yaşadığı tabloları onun ölümü ardından meşhur olmuştu.
Benzer şeklide günümüzde sayılı yazarlardan biri olarak anılan, ünlü yazar Franz Kafka, eserlerini “okunmaya değer olmayan” şeklinde tanımlamıştı. Ve bu yüzden en yakın arkadaşı Max Brod’dan bu eserlerin yakılmasını istemişti. Ancak ünlü yazarın vefatı sonrası, Max Brod bu eserleri bastırmış ve ünlü yazarı edebiyat dünyasına kazandırmıştı.
Her biri farklı gerekçelerle de olsa bu sanatçıların eserleri, sanatçılar hayatta iken hak ettiği yere ulaşmamıştı. Ancak bu sanatçıların ortak bir yanı vardı. Üretmeye devam etmeleri. İçinde bulundukları duruma aldırış etmeden ürettiler.
Nilgün Marmara da yalnızlığını şiirlere, metinlere aktararak üretiyordu. Çok fazla kadın şairimizin olmadığı düşünüldüğünde, kadın şairlerimizin benzer bir yalnızlığa tutsak olduğunu da söyleyebiliriz. Muhakkak ki tarihin tozlu sayfaları kaleme alınmış ancak yayınlanmamış nice eserleri, nice sanatçıları barındırıyor.
Ünlü şair Nilgün Marmara, eşine yazdığı veda mektubunda içinde bulunduğu durumu şu şekilde ifade etmişti.
“Çocukluğun kendini saf bir akışına bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte.”
Çocukluğun meraklı, öğrenmeye aç, hayal kurmaya müsait, sorumluluk taşımayan günleri hemen hemen her yetişkinin olduğu gibi ünlü şairin de özlemini duyduğu şeydi. Son dönemde sıkça vurgulanan ‘içinizdeki çocuğu öldürmeyin’ telkinlerinin de ne kadar önemli olduğunu hatırlamış olalım.
Gene Nilgün Marmara’dan bir alıntı ile bitirelim.
“Sen ne getirdin bana çocukluğundan?”