Bir devletin, “hukuk devleti” olarak tanımlanması yani tüm işlem ve eylemlerinde kendisini hukukla sınırlaması, hukuki ilkelere bağlı olması demektir. “Hukuk devleti olmak” bir devletin ya da o devleti oluşturan toplumun ortak iradesidir.
Hukuk devleti, millet adına egemenliği kullanan erklerin, bu gücü yalnızca hukuk çerçevesinde kullanmasını ifade eder. Yani hukuk devletinin herhangi bir bakanı, Sayın Soylu gibi, bakanlığın kapsama alanındaki işlem ve eylemlerden dolayı, “Ben güvenlikten sorumluyum, hukuk Adalet Bakanlığının işi!” demez, diyemez.
“Ülkeler yalnız adaletle sonsuzlaşır, adaletsizlikle yıkılır!”
Devlet organları bu gücü kullanırken amaç olarak insan haysiyetini korumak, temel hak ve hürriyetleri sağlamak ve hukuk güvenliğini sağlamayı belirlemelidir. Anayasa’da da cumhuriyetin temel nitelikleri sayılırken vurgu hukuk devletine yapılmıştır. Ceza yargılamasında amaç, hukukun içinde kalarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Hükümetler, zamanın ruhuna uygun araçlarla bu amacı geliştirmekle ödevlidirler.
Bu bağlamda maddi gerçeğe ulaşmak, bir başka deyişle amaç uğruna her türlü (baskı-cebir, işkence) aracı meşru görmek, bir hukuk devleti için kabul edilebilir bir durum değildir. Bu, devletin hukuk ve adalet yolundan sapmasına ve bireylerin hak ve hürriyetleri üzerinde devlet tarafından ağır bir baskı oluşturmasına yol açacaktır ki; güvenlik bürokrasisinin başında bulunan bir kişinin, milyonların izlediği bir TV programında kendisine yöneltilen soruları öteleyip, sanki marifetmiş gibi aniden suçluları işaret edip, “Bacaklarını kırın talimatını ben verdim” diye övünmesi! Tam da Hukuk Devleti iddiasına meydan okumaktır.
Anayasa’nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilmiş ve 2001 Yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle, adil yargılama, en üst düzeyde teminat altına alınmıştır. Ama gelin görün ki, uygulamada kazın ayağı hiç öyle gözükmüyor! Ve görünmeyen maalesef sadece kazın ayağıyla da sınırlı değildir! Bu hengame arasında bakkal çırağı dahi yorum yaparken, Adalet Bakanı’ndan ne bir ses ne de soluk çıkmaması hayra alamet görülmüyor!
Hukuk’un, bir toplum düzeni, yaşamın kuralı ve adaletin ilk koşulu olduğu, Adalet’in de, hukuk kurallarını yansız uygulamak olduğu kabul edilir. Ne var ki bu kuralın yönetim bürokrasisi tarafından dikkate alınmadığı ortadadır. Yasallık, meşruiyet, şeffaflık gibi bir gereklilik yok hükmünde sayıldığı için, hukuku eğip bükme oyunu artık gayet açık ve net oynanabiliyor! Yeter ki siz isteyin; suç fiilini oluşturan, hatta terör örgütü tanımlamasına muhatap Fetö yapılanmasında, maddi gerçeğe ulaşmanın önü kesilip; “verdimse ben verdim” deyip, göğsünü gere gere “biz bunlara araziler, arsalar verdik” ilavesin, yapmak asla yardım ve yataklık değildir! Ama; insanca bir yaşam talebini dillendirmek ya da baskıya, haksızlığa uğrayan mağdurlarla dayanışma içinde olmak bal gibi yardım ve yataklıktır!
Tarihsel gerçekliği göz ardı edip, depreşen arap seviciliğiyle bedeviyle sarmaş-dolaş olup, “sırtından bıçaklanan kahraman ecdadımızın hırsızlıkla suçlanmasına kayıtsız kalmak!” ardından Yunanistan ziyareti esnasında; “işgalci diye suçlanıp, Yunan Savunma Bakanının, el konulan adalar konusunda, küstahça gelde al meydan okumasını,” devletin bekası ve devamlılığı adına, kınamayla geçiştirmek, nota vermekle müzik notasını birbirine karıştıranlar için hiç kuşkusuz sıradan olaylar olarak algılanabilir! Ama sormak gerekmez mi? Dört bir yandan kuşatılmışçasına, ardışık gelen bu salvo atışlarının aktörleri bu cüreti ve cesareti nereden, kimlerden almaktadırlar?
Doğaldır ki yardım ve yataklık konusunda farklı çevrelerden farklı itirazlarda olabiliyor. Örneğin, bir dostumuz; “Devleti ele geçirip, Anayasal düzeni ortadan kaldırmak üzere, 250 yurttaşımızın ölümüne sebep olan fetöcülerin devlete sızıp, bir çok organı ele geçirmelerine bu güçle darbeye yeltenebilmelerine imkan sağlayıp, yataklık edenler yargılanmadığına göre. “yardım ve yataklık” diye bir suçun artık kanunlarımızda yeri olmadığını bir yetkilinin açıklamasının zamanı çoktan geçmedi mi? Açıklasınlar da; isteyen Anayasal “kandırılma” hakkını kullansın” diye yakınırken.
A.Hicri İzgören; Bu işte kimselerin suçu olmadığını, asıl yardım ve yataklık yapanın şiir olduğunu! Mısralarında işaret ediyor!
“Masallarımız aynı düşlerimiz bir - Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz.
Kentin en uzak köşeleri - Hüznün ele verecek seni.
Öyle mahzun bakma çocuk. ‘
Devletin ve Milletin’ bekası zedelenir.
Orda aşka yardım ve yataklıktan.
Sabıkalıdır şiir...”
Özgürce soluklanacağınız bir hafta dileklerimle.